KÜLTÜR SANAT VE TARİH

IĞDIR YÖRESİNDE DAM BASIRMA GELENEĞİ

Ocak, bir sembol olarak ailenin, soyun devamını gösterir. Türk toplumunda ailenin en kutsal temel değerlerinden biriside ocaktır, Ocak, hem ev anlamına gelmekte hem de aileyi işaret eder. Ocak aynı zamanda soy sülale anlamını taşımaktadır.

Geçmişte  Iğdır’da yeni bir ev yapma yeni bir ailenin, ocağın kuruluşunu müjdelediği için, aileye giden yolun başlangıcı olarak kutsal kabul edilir ve bir tören olarak algılanırdı.

Iğdır ve çevresinde yeni bir ev’in yapılması aylar hatta yıllar alırdı. 

Evler genellikle toprak kerpiçten yapılırken ve ahşap hatıllarla da güçlendirilirdi, Evin temelinde ise mutlaka Ağrı dağının püskürttüğü lav taşlarından kullanılırdı, bunun sebebi ise kurulmakta olan evin temeline Ağrı dağından koparılıp getirilen taşlardan konulursa o ocağın Ağrı dağı gibi sonsuza dek ayakta kalacağına inanılırdı. Ev sahibi tarafından temeli taşlarla örülmüş, kerpiçleri ise harman yerinde köylülerce imece usulü dökülen evin yapım işi ise ev sahibine bırakılırdı. Ev sahibi tarafından aylarca kurum’u devam eden ev bitme noktasına geldiğinde yörede Dam basırma olarak adlandırılan  (evin üst çatı bölümünü kapatma) işi zor olduğundan eli iş tutan bütün komşular davet edilerek yeni kurulan evin üstü yine köylülerce imece olarak kapatılırdı.  İş bitimi sonrası ev sahibi tarafından evin bahçesinde hazırlanan çeşitli yemekler köy halkına törenle ikram edilirdi. Özet olarak geçmişte Iğdır yöresinde yeni bir ev yapma aileye giden yolun başlangıcı sayıldığından köy yada mahalle halkı tarafından desteklenmiştir. Köy halkı ev kurmanın iki en  zor aşaması olan başlangıçta kerpiç dökmede, sonunda ise  dam basırmada yeni ev kuran ailelerin hep yanında olmuşlardır. Ev sahibinin ise iş bitimi sonrası bahçede şenlik biçiminde yemek vermesinin altındaki sebep ise yeni kurulan ocağın hep misafirli ve şen ve bereketli olması arzusundan kaynaklıydı. .......Kaynak Melekli Ata ocağı kent arşivi
-----------

ANADOLUDA HİÇ BİR İL'E BENZEMEYEN ŞEHİR IĞDIR:

Anadolu Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve bu medeniyetlerin sayısız eserlerini içinde barındıran bir coğrafya.

Bu topraklarda gerek doğal, gerekse tarihi güzellikleriyle görülmesi gereken birçok şehir var.

Anadoluda farklı kültürlerin ortak noktası haline gelmiş ve her bir medeniyetin izler bıraktığı bu şehirler içerisinde dolaşırken sizleri hem Anadolu hemde Güney Kafkasya kültüryle harmanlanmış bir şehre götüreceğiz.

Şehrin adı Iğdır. Uzaklarında uzağındaki şehir.

Konum itibariyle Anadolu coğrafyasının bittiği, Güney kafkasya coğrafyasının başladığı noktada yer alan bu şehri anadolu şehirlerinden farklı kılan birçok özellik vardır. Tarihiyle, kültürüyle, doğal güzellikleriyle, dağlarıyla, Mezar taşlarıyla, iklimiyle, mutfağıyla, komşularıyla, halk oyunlarıyla, müziğiyle, gelenek ve görenekleriyle, kuşlarılarıyla hatta ve hatta ezanı’yla bile alışılagelmiş Anadolu şehirlerinin tamamen dışında kalan bir şehir. Ağrı dağı ile Aras nehrinin bu şehirde olması tarih boyunca bu şehrin Hurriler, Erigua krallığı, Urartular, Sakalar, Kayılar, İlhanlılar, Timurlar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler ve Gacarlar gibi birçok çok önemli medeniyetler tarafından yerleşim birimi olarak tercih edilmesine ve köklü orta asya kültürününde güçlü bir şekilde günümüze kadar taşınmasına neden olmuştur.

Gelin sizlerle birlikte Iğdır’ı diğer Anadolu şehirlerinden farklı kılan özelliklere birlikte bir göz atalım.

Anadolu mutfağına benzemeyen bir mutfak, Iğdır mutfağı: Anadolu şehirlerinin büyük bir çoğunluğu bir biriyle benzerlik göstersede Iğdır mutfağı alışılagelmiş Anadolu mutfağının tamamen dışında. Yemek olarak Taşköfte, ekşili pilav, bozbaş, yoğurt aşı, ayran aşı, tatlı olarak ise Kaysafa, Patlıcan ve ceviz reçeli gibi lezzetler Iğdır mutfağının vazgeçilmezleri arasında.

Nevruz bayramı, Ölüler bayramı : Bayramlar içerisinde Nevruz bayramı Iğdır’da bayramların şahı olarak adlandırılıyor, on iki hayvanlı Türk takvimine göre yılbaşı olarak kutlanan Nevruz bayramı Iğdır’da cemrelerin düşmesiyle başlar ve 21 Mart'a kadar devam eder, kutlamalar yedi aşamadan oluşur ve bu aşamalardan biriside Ölüler bayramıdır, 21 Mart öncesi kutlanan bu bayramda yöre halkı toplu halde mezarlıklarda buluşur tahribata uğramış mezarlar onarılır, yeni çiçekler ekilir, mezar taşları suyla yıkanır ve mezarlar üzerine ölen kimsenin hayrına helva, şeker tatlı ve çerezler bıraklılır. Ölüler bayramı yorede eski Türk kültür ve inancının günümüze yansıyan en önemli mirası olarak kabul ediliyor. Nardugan (çile) bayramı; çilenin bayramımı olur demeyin bu şehirde oluyor işte. 20 Aralık'ı, 21'e bağlayan gece, aydınlığın karanlığa galip geldiği gece Igdır'da çile bayramı olarak kutlanıyor. Nardugan eski Türk takvimine göre yılın en uzun gecesinin güneşin doğuşuyla birlikte gündüze yenildiği gece olarak bilinir.

Türkiyenin en yüksek dağı bu ilimizde:

Doğuanadolu bölgesindeki Aras dağları silsilesini geçtikten sonra yemyeşil bir ova karşılar sizleri, ovanın yanıbaşında bulutları perde perde delip gökyüzüne yükselen Ağrı dağını görürsünüz kaşınızda. Ağrı dağı ile Aras nehrinin bu şehirde olması tarih boyunca bu şehrin birçok önemli medeniyetler tarafından yerleşim birimi olarak tercih edilmesine neden olmuştur. Bu şehrin dağı’da diğer şehrin dağlarına benzemez. Kutsal kitaplarda adı geçen bu ihtişamlı dağ Türkiyenin en yüksek dağıdır.

Müzik aletleri- Halk oyunları ve halk ozanlarıyla diğer illerimize benzemeyen tek il:

Iğdır diğer sahalarda olduğu gibi halk oyunları ve çalgı aletlerindede coğrafi ve kültürel bakımdandan büyük farklılık göstermektedir. Halk oyunlarında genellikle bayan ile erkeklerin birlikte oynadıkları oyunlardır, bu oyunlarda ise kahramanlık, asalet, yardım severlik, vatan sevgisi, aşk, tabiat sevgisi gibi birçok öğeler işlenmektedir. Halk ozanları (âşık) geleneği ise eski orta asya kültürü olan Dedekorkut geleneğinin günümüze yansıyan bir parçası olarak bilinmektedir. Ayrıca tüm illerimizde segah ve hicaz makamında okunan ezan'ın ise yine bu şehirde farklılığını göstererek Rast makamında okunmasıda şehre ayri bir hava katıyor.

Mezarlıklarında Kültür, Sanat ve Edebiyat olan tek şehir: Anadolu şehirlerinde bulunan mezar taşları gelenek olarak bir birleriyle benzerlik gösterirler, fakat bu mezar taşları geleneği Iğdır’da büyük farklılık gösterir, Iğdır yöresinde bulunan mezar taşları mermerden ziyade kırmızı ve siyah bazalt taşlarla birlikte Koç figürlerinden oluşmaktadır. Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Gacar Türkmen geleneğinin parçası olan bu koçbaşlı mezar taşlarına Iğdır’da bulunan tüm mezarlıklarda rastlamanız mümkündür. Ayrıca Iğdır’da bulunan mezar taşlarının arkasına yazılmış dörtlük şiirler ve ölen kişinin resminin mezar taşına işlenmesi Iğdır yöresine ait bir gelenektir. Kısacası Iğdır mezarlıklarında geçmişin izleriyle birlikte sanat ve edebiyatada yer verilmesi Iğdır mezarlıklarını diğer mezarlıklardan ayrıt eden en önemli özelliklerden birisidir.

Üç ülkeye sınırı olan tek şehir: Anadoluda herhangi bir il sınır olarak diğer illerimizle sınır komşusu iken Iğdır Ülkemizde üç devlet ile sınırı olan tek ildir. Çok önemli bir kültür kavşağında yer alan Iğdır Kuzey ve kuzeydoğuda Ermenistan, doğusunda Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti (Azerbaycan), güneydoğusunda İran ile komşudur.

Türkiyenin en yaşlı doğal ormanına sahip tek şehir: Türkiye’nin hayranlık uyandırıcı doğal hazinelerinden bir tanesi de ormanlardır. Ağrı Dağı Korhan yaylasında bulunan Tarihi Korhan ormanı rakım olarak Türkiyenin en yüksek (2300m) ve en eski ormanı olarak biliniyor. Yöresel inanışa göre büyük tufan sonrası Nuh’un gemisinin tamda bu noktada karaya oturduğu Ağrı dağının püskürttüğü lavlar sonucu geminin burada lavlar altında kaldığı ve tufan öncesi gemiye tedbir olarak yüklenen binlerce tohumun bir kısmının gemi içerisinde kalarak kendiliğinden yeşerip bu ormanı oluşturduğuna inanılmaktadır. Doğa tutkunları, yaban hayatını yakından izleme ve fotoğraf sevenler için sadece atlarla veyahut yaya olarak gezebileceğiniz bu tarihi orman ülkemiz doğal güzelliklerin en başında gelir.

Doğal güzellikleri: Iğdır doğal güzellikleri bakımından Türkiyenin en zengin illerinin başında geliyor, Ağrı dağı milli parkı, Tekelti dağı vadisi, Ekerek vadisi, Ahura vadisi, Gökküşağı tepeleri, İrem bağları, Tuz mağaraları, Tarihi korhan ormanı Ülkemizde görülmeye değer en önemli doğal güzellikleri arasında, ayrıca yapılan araştırmalarda Türkiyede bulunan 465 kuş türünün 3’te 2’si (330) Iğdır’da bulunan Aras vadisi, Cıyrıklı ve Karasu vadisinde yaşıyor.

Genel bakış: Adını MÖ 1. Yüzyılda yaşamış Oğuzhan’ın torunu Iğdır beyden alan Iğdır

Anadolu coğrafyasının bittiği Güney Kafkasya Coğrafyasının ise başladığı noktada yer alıyor, ayrıca Dünyaca ünlü Ağrı dağının %67 de bu ilimiz sınırları içerisinde yer alması nedeniyle tarih boyunca Iğdır’ın birçok önemli medeniyetler tarafından yerleşim birimi olarak tercih edilmesine neden olmuştur. Iğdır Selçuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Gacarlar gibi medeniyetlerden kalma Kervansaray, Kümbetler ve koçbaşlı mezar taşlarının yanısıra köklü orta asya geleneklerinden fazla uzaklaşmadan moderinleşmeyi benimsemiş bir şehir,

Iğdır coğrafi konumu ve sahip olduğu üstün özellikleri sayesinde turizm alanında gelecekte marka şehir olmayı vaat eden şehirlerimizden birisi.

Iğdır’la ilgili şehrin sembolü haline gelmiş bir çok solaganda yer alıyor. Turizm gözüyle bakıldığında bu solaganların hem hikayeleri hemde içerikleri çok anlam ifade ediyor.

#Güneşin doğduğu kent; Türkiye'nin en doğusunda olduğu için güneşin ülkemize ilk doğduğu il olmasından kaynaklı söylenen bir solagan.

#Nuh’un fideleriyle yeşeren kent; Büyük tufan sonrası Hz Nuh’un gemisinin Iğdır’da bulunan Ağrı dağında karaya oturduğu ve gemiyle getirilen tohumların ilk olarak Iğdır Ovasına dikildiği rivayet edilmesi üzerine söylenen bir söz.

#Ağrı dağının gölgesindeki şehir; aynı zamanda sırtını ağrı dağına yaslayan şehir olarakta anılıyor, Şehir Ağrı dağının püskürttüğü lavların bitiminde kurulduğu için bu ünvanı almış.

#Uzaklarında Uzağındaki şehir; Iğdır, Anadolu coğrafyasının bittiği noktada Güney kafkasya coğrafyasının sınırları içerisinde yer aldığı için söylenen bir solagan. Konum olarak Türkiye’nin en batısındaki Edirne ili’ne en uzak şehirdir. kaynak: Coşkun Oluz

Nuh’un İzinde Gezi Parkuru: Ağrı Dağı'nın eteklerinde Iğdır’ın ilk ve tek ücretsiz gezi parkuru,  Mitolojik efsanelerin yanı sıra Yontma taş devri, Urartular, İlhanlılar, Karakoyunlu ve Akkoyunlu gibi geçmişteki birçok medeniyeti birbirine bağlayan sıra dışı bir tabiat alanı. İrem Bağlarının içinden geçerek Ağrı Dağı Milli parkına kadar uzanan bu parkurda her yaş gurubu yürüyebilir, koşabilir, hatta bisiklet, fayton ve römorklu gezi turlarına katıla bilirsiniz.  2017 yılında  gönüllü çevre dostu Coşkun Oluz ve arkadaşları tarafından  yapılan küçük bir çalışmayla   20 kilometre boyunca başlangıç ve yol işaret levhaları yapılmış, 6 km, 9 km ve15 km kısa, orta  ve uzun mesafe olmak üzere 3 ayrı kategoride toplanmıştır.  Parkurlar genellikle stablize ve patika yollardan oluşuyor. Ayrıca parkurda 25 kilometrelik dağ bisikleti rotası mevcut. Rotanın en avantajlı özelliği yılın 11 ayı yürüyüş olanağı sunması.

Parkur, masalsı atmosferini biraz da bu İrem bağları ve Ağrı Dağına borçlu. Baharda yemyeşil, sonbaharda ise rengârenk, yüzlerce çeşit kuş türü var. Onların ötüşleri ve yol boyunca dizilmiş yöreye has kaysı ve salkım söğüt ağaçları yürüyüşçülere eşlik ediyor. Tipik bağ evleri, baharda açan rengârenk çiçekler ve can şenlendiren dağ çilekleri rotayı daha da keyifli hale getiriyor. doğa sporları, fotoğrafçılık ve dağ bisikletiyle uğraşanlar için ideal bir turizm dinlence ve mesire alanı olan bu yer il merkezine sadece 4 km uzaklıkta Melekli beldesi sınırları içerisindedir.  

 

      Yontma taş devrinden kalma  ilginç mağaralar ve Urartular döneminden kalma kaya mezarların yanı sıra, endemik bitki türleri, ve ayı, kurt, boz tavşan, kaplumbağa, kirpi, yılan ,kartal, bal porsuğu, kertenkele, domuz, baykuş, tilki, çakal yoğun kuş türü ve birçok bukalemun türlerine rastlamanız mümkündür,

 

    Iğdır AKUD Doğa Sporları Kulübünce yapılan bir takım çalışmalar sonucu parkurda Dağcılık, Trekking, Bisiklet, Atlı gezi,   Off road, İzcilik, gibi bir çok doğa sporlarının yanı sıra,  Fayton, Atlı gezi, bisiklet  ve Römorklu gezilerle geçmiş zamana yolculuk yapmanız mümkün.

KAYIP ŞEHİRLER ÜLKESİ IĞDIR VE AĞRI DAĞI

Dünya tarihini değiştiren, filimlere, efsanelere, romanlara konu olan efsanevi dağlar vardır. Bu dağlardan biriside hatta en önemliside Ağrı dağıdır. isminin kutsal kitaplarda geçmesi onu kutsal kılmış ve bu nedenle dünyanın en önemli dağları arasında yerini almıştır.

Bereket, ölümsüzlük ve cenneti simgeleyen bu dağın bir başka ruhu vardır, onun  hikâyesini anlamak için ona nereden baktığınızda çok önemli,

Ağrı dağı bulutların arasından ulaştığı gökyüzü katmanlarından binlerce yıldır eteklerinde yerleşen farklı kültürleri buğulu gözleriyle izler durur.  Her ne kadar büyük tufan sonrası Nuh’un gemisine güvenli bir liman olsada, Nuh’un çocukları tarafından inşa edilen kadim bir şehri bile öfkeyle püskürttüğü lavlar altında bıraktığı söylenir durur nesilden nesile kulaktan kulağa, ve yine  Adem ile Havva’nın yaşadığı İrem bağlarınında bu topraklarda saklı olduğu söylenir.

Ağrı dağının  % 67 sini kendi il sınırlarında barındıran bu şehir her ne kadar Ağrı dağını kendisine sembol yapsada, dünyada Ağrı dağı kadar bu şehri ne tanıyan var nede bilen.

 Oysaki Ağrı dağının eteğinde kurulu bir şehir olan Iğdır  uygun toprak yapısı ve ılıman iklim özelliklerine sahip olduğundan eski çağlardan bu yana birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış ve yapılan arştırmalarda buranın arkeolojik bakımdan dünyanın en zengin bölgelerinden birisi olduğu ifade edilmiştir.

Tarih boyunca kesintisiz bir yerleşmeye sahne olan Iğdır’daki arkeolojik veriler buranın İlk Tunç Çağı’ndan itibaren sürekli konar topluluklara ev sahipliği yaptığını göstermektedir. Urartular, Medler, Huriler, Persler, ilhanlılar, Oğuzlar, Moğollar, Timurlar,  Sakalar, Arsaklılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Selçuklular gibi bir çok sayıda uygarlıkların kalıntılarını günümüze kadar taşırken, 1943 yılında yapılan yüzey araştırmalarında, Iğdır’ın Gökçeli Höyükte, Melekli Kültepe, Kasımtığı, Hazinetepe ve Örgütepede elde edilen veriler bölgedeki ilk yerleşmelerin, M.Ö. 22.000-10.000 Mezolitik ve  (MÖ 8000-5500) Neolitik Çağ’da başladığı vurgulanmıştır.

 Ağrı dağı görünen ve görünmeyen dünyalar arasındaki bir sınırdır aslında. Bu yazımızda sizlere bilinenlerin dışında, yapılan yüzey araştırmaları ile bazı kaynaklar ışığında Iğdır’da bulunan kayıp şehirlerden söz edeceğiz. Nuh’un gemisini görmek, ruhun ölümsüzlüğüne şahit olmak istiyorsanız Ağrı dağının gölgesinde kurulu Iğdır ovasından bulutları perde perde delip gökyüzüne yükselen bu gizemli dağ sizleri bekliyor.  

 

AHURA HARABELERİ (Cehennem Vadisi):  Iğdır ili  Aralık ilçesi Ahura vadisinde bulunan bu kayıp kent,  Sakaların yıkılmasıyla (M.Ö. 1. Yüzyılda) bölgede hüküm süren Artaksiyalılar krallığı  (Eski Oğuzlar) tarafından inşa edildiği biliniyor, 1840 yılında volkanik bir hareket sonucu meydana gelen sarsıntı nedeniyle dağdan yuvarlanan büyük kayalar ve çamur, köyü örterek yok etmiş ve bu nedenle buraya Cehennem vadiside denilmiştir.  Ağrı Dağının 1,750 m yüksekliğinde bulunan ve doğa turizmi açısından eşsiz konuma sahip olan bu ilk yerleşim yerinden günümüze kalan tarihi mezarlık’ta kendi kaderine terkedilmiş durumda. Yapılan kısmi arkeoloji kazılarıda yeraltında rastlanan evler ve surlar bu yerleşim yerinin göçük altında kaldığını ortaya çıkardı. Ayrıca 27 Eylül 1829 tarihinde Ağrı Dağı’na çıkarak “Ağrı Dağı fatihi” unvanını alan bilimsel dağcılığın kurucusu ve doğa bilimci Dr.Friedrich W. Parrot Ağrı dağına yolculuk kitabında “1840’ta yaşanan coğrafi felaket nedeniyle tarihi Ahura köyünün Ağrı dağından kayan dev toprak kayaç parçalarının altında kaldığından bahsetmiştir. Milattan Önce 2. yüzyılda Artaksiyalıların yerleşim alanı olan bu bölgeyi ziyaret ederek antik kültürler hakkında aydınlanabilirsiniz.

 

ERİKUA KRALLIĞININ BAŞKENTİ LUHİUNİ:   Yakın zamanlarda Keşfedilmiş ve üzerinde yüzey araştırma çalışmaları yapılmış en gizemli kayıp şehirler arasında yer almaktadır. Urartu Devleti’nin hızlı gelişim gösterdiği  (M.Ö. 810 – 786) dönemler Iğdır ve çevresinde yerel beylik olan Erikua Krallığı bulunmaktaydı. Urartu kralı Menua Erikua krallığının  başkenti olan Luhiuni alarak Iğdır ve yöresini tamamen Urartu hakimiyetine sokmuştur. Yapılan araştırmalarda Van Muradiye Körzüt kalesinde bulunan yazıtlarda başkent Luhiuni nin kral Menua tarafından fethedildiği ve buradan alınan ganimetlerin listeside yer almaktadır.

  Luhiuni’nin kuruluş yerinin ise Ağrı Dağı’nın en dikkat çekici yerleşim komplekslerinden biri olan  Iğdır’ın Melekli köyünde bulunan Kasımtığı ve Hazinetepesidir. Günümüzden yaklaşık 3000 yıl evvel terkedilen bu şehir dönem dönem farklı uygarlıkların eline geçmiş ve  Bugün şehirden geriye pek bir şey kalmasa da,  1944 yılında, Melekli’de B. A. Kuftin tarafından yapılan kazılarda elde edilen bulgular  günümüzde Tiflis Müzesi’nde sergilenmektedir. Ayrıca burada bulunan kale ve sur taşları bir dönem Iğdır’ın Koçkıran köyünde sık sık meydana gelen su taşkınlarında kullanılmak üzere Aras nehrine taşınarak set yapımında kullanılmıştır. Yaşanan depremler ve yapılan kaçak kazılar sonucu yıkılan bu şehirden günümüze  sadece birkaç sur ve kale kalıntıları ile birlikte, toplu kaya mezarlar, seramik parçaları ve avcılıkta kullanılan obsidyen taşlar kalmıştır. Şehrin Merkezi ise büyük ölçüde volkanik taşlarla örtülüdür.

 

KAYIP CENNET, İREM BAĞLARI:    Ağrı Dağı, Nuh’un gemisine ev sahipliği yaptığı inanışı ve kutsal kitaplarda belirtildiğine göre Âdem ve Havva’nın yaşadığı “İrem Bağları” bu dağın kuzeyinde Aras Nehri Vadisinde bir yerde olduğu iddia edilmektedir. bazı kaynaklarda ise  İrem bağlarının olduğu yerde 300 yılda yapımı tamamlanan bir kentin olduğu, bu şehrin sarayları altından, sütunlarının ise zeberceden ve yakuttan olduğu, Ayrıca bu kayıp kentin  olduğu yerde türlü türlü ve birbiriyle uyumlu ağaçların,  ırmakların olduğu söylenmektedir  ve yine Ebla tabletlerinde adı geçmekte olan bu şehrin M.Ö. 2500 de yıkıldığı iddia edilmektedir.  

       Günümüzde Ağrı dağının eteğinde Iğdır'ın Melekli köyünde İrem bağları adıyla yem yeşil bir vadi bulunmaktadır. Adem ile Havva'nın burada yaşadığına inanılan bu yeşil vadi, Bağlarıyla,  bahçeleriyle, yüz bir çeşit meyvesiyle çölün ortasında adeta bir vahayı andıran cennetten bir köşe misali.  İrem Bağları, doğal güzelliği ve yaban hayatıylada son zamanlar en çok ziyaret edilen yerler arasında.

      Yöre halkınca Ağrı Dağı'nın eteklerinde kurulu bu yeşil vadide bulunan birçok doğal meyve ağacınında Hazreti Nuh'tan kaldığına inanılıyor.  Birçok yabani hayvan türünün yanı sıra çeşitli meyve ağaçlarının da bulunduğu İrem Bağları'na gelenler, doğanın bağrına keyifli bir yolculuk yaparken hem bir birinden güzel inanılmaz doğa fotoğrafları çekiyor. hem de efsanelere konu olan yerler ile birlikte antik çağların izini sürüyor.

 

NUH’UN ÇOÇUKLARININ İNŞA ETTİĞİ ŞEHİR:

        Zenginlik ve refahın şımarttığı insanlar her türlü günahı fütursuzca işliyorlardı. Zenginler, lüks ve eğlencede sınır tanımıyorlardı. Ne hazin ki, bunca zenginliğe ve israfa rağmen servet sahipleri fakirlere ve yoksullara yardım etmiyor, onları aşağılıyorlardı. Halk bu şaşaalı yaşam sonunda çok büyük bir yozlaşmaya uğradı. Bu yozlaşma sonunda. Tanrı bir felaketle bu kavmi cezalandırmaya karar vermişti. Ve bir gün sanki gök yarılmış, toprak patlamıştı.Sular metrelerce yükselmiş, Nuh kavminin tapınaklarını, tahıl ambarlarını, evlerini, inançsızlarla beraber yutmuştu. Müminler geminin küçük pencerelerinden suyun, mağrur kentleri yutuşunu, kibirli ve acımasız insanların yok oluşunu seyrediyorlardı.

      Ve nihayet  gemi 7. Ayın 17 sinde Ağrı Dağında karaya oturmuştu Müminler bereketli topraklara sağ salim ayak basmışlardı. Nuh’un çocukları burada yeniden binalar inşa etmiş ve insanlık tarihi burada yeniden yazılmıştı.

      İspanya kralı tarafından Timur'a gönderilen elçi Ruy Gonzelez De Clavijo, Iğdır  ve Ağrı Dağı'nı şöyle anlatmaktadır.  “Yolda pek çok şehir harabelerine rastladıklarını, büyük tufandan sonra ilk inşa olunan şehrin Surmari (Sürmeli) olduğunu,  31 Mayıs 1404 cumartesi  günü İğdır'dan yola çıkarak, Nuh'un Gemisi' nin durduğu dağa vardıklarını, yolda, bir kayalık üzerinde kurulmuş kaleye rastladıklarını,  kalenin Hazreti Nuh tarafından yapılan geminin tam durduğu yerde olduğunu, bu kalenin tüm bölgeye hâkim ve isminin Iğdır olduğunu,  kalenin sahibesinin dul bir kadın ve Timur'a vergi veridiğini, ayrıca tepeler üzerinde bir şehir harabesi gördüklerini ve bu harabelerin  Hz.Nuh'un Oğulları tarafından inşa edilen bir şehir kalıntısı olduğundan bahsetmektedir. C. OLUZ

 

 

AĞRI DAĞININ ZİRVESİNDEKİ KARTAL (ZÜMRÜDÜANKA): Her yıl temmuz ve ağustos aylarında ağrı dağının zirvesindeki karlar erimeye başlayınca her yıl ortaya çıkan kartal şekli görenleri adeta büyülüyor. yöre halkınca karların erimesiyle ortaya çıkan kartal hakkında çeşitli inanışlar ve söylenceler vardır. Bunlardan en çok bilineni Divanı lügati’t Türk’te Togrıl (Tuğrul) adı ile bilinmektedir, bu kuş Türk mitolojisinde önemli bir yere sahiptir.  Attila'nın ve bazı Oğuz boylarının bayraklarında Tuğrul kuşu yer almış,  Oğuz Kağan Destanı'nda ise Oğuz eşini, tepesinde bir Tuğrul kuşu bulunan bir ağacın kovuğunda bulduğu söylenir.

Selçuklu sanatında doğunun ve batının hükumdarı anlamındaki çift başlı kartal tasvirlerinden bazılarının boyunlarında halka olması sebebi ilede bu kuşun  Zümdüanka 'ya benzetilmesi bu iki efsanevi kuşun birleştiği söylenilir.

      Türk mitolojisinde olduğu gibi yöresel inanışlardada doğaüstü niteliklere sahip olan bu kızıl renkli devasa kuş hakkında inançlar şöyledir. Yöresel inanışa göre;  Bu kuşun, Ağrı dağının  tepesinde köşke benzer bir yuvada yaşadığı, insanlar gibi düşünüp konuştuğu, çok geniş bir bilgi ve beceriye sahip olduğu, kendisine başvuran hükümdar ve kahramanlara akıl hocalığı yaptığı ileri sürülmektedir. Ölümsüzlüğü ve yeniden dirilişi simgeleyen bu efsanevi kuş  her yıl Temmuz ayında  yeniden doğar ve Eylül ayındada yer altına çekilirmiş. Yiğitleri kanatlarının altına alıp yardım eder, ne isterse yapacağını söyler.  Efsaneye  göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuş ve tüm zamanların bilgisine sahiptir.  Ve yine yöresel inanışlara göre bu kuşun kutsal Haoma bitkisinin yöresinde yaşadığı,  her yıl Iğdır ovasına bereket bahşettiği,  yörede onun iyilik sever bir doğası olduğuna inanılır. Ruhun ölümsüzlüğüne şahit olmak  istiyorsanız her yıl Temmuz ayında yerle gök’ün birleştiği noktada oluşan bu manzara doğa fotoğrafçılarını bekliyor.
C. Oluz

IĞDIRDA KOÇ KATIMI :
I
ĞDIR yöresinin en eski geleneklerinden biriside koç katımıdır. Koç katımı günü mahalli takvimde de önemli bir yer tutmuştur. Çobanlar yanaşmalar ona göre hesap yılını anlaşır ve konuşurlar. Iğdır Kars, Ardahan ve Ağrı yörelerinde ekim ayının son haftası ile kasım ayının ilk haftası koç katımı günleri olarak bilinir. Daha yayla yerlerinde koyunculuk yapanlar koç erken katıp koyunun ilk baharda otluğa çıkmadan doğurmasını hesaba katarlar. Gün olarak Cuma ve Pazartesi günlerinin hayırlı olacağına inanmışlardır. Katım günü yaklaştıkça koç sahiplerinde de bazı hazırlıklar başlar. Koçları süslemek için
Valalar koyunları süslemek içinde boyalar alınır. Evin kızı, gelini koç beze
ği denilen renkli örgü ve süsleri hazırlamağa başlamış olurlar. Koçların boynuzlarına ve boyunlarına takılacak meyveleri iplere dizerler. Köylerde sürü sahipleri toplanıp koç katımını ve o yıl ki sürü idaresini konuşur, anlaşırlar. Köy genellikle bir mahallede koçu katmayı kararlaştırır. O gün koyun sahipleri pişirdikleri yemeklerle süsledikleri koçlarla sabahın erken saatlerinde katım yerine giderler. Koçlar götürülürken bazı inanışların da yerine getirilmesine son derece dikkat edilir. Koçlar evden çıkarılmadan önce koça erkek çocuk bindirilirse o yıl doğacak kuzular erkek, kız çocuğu bindirilirse dişi doğarlar. Koçlar katılıp yerine götürülürken aniden yol üzerine erkek veya kadın çıkarsa o yıl yola çıkanın cinsiyetine göre doğacağına inanılır. Sürüye ilk katılan koç siyah koyunla ilgilenirse o yıl kış hafif geçer. Yolda gebe kadına rastlanırsa o yıl koyunların ekseriyetle ikiz doğuracağına inanılır. Koç katım günü köyün neşeli günlerinden biridir. Katım için koçları götürürken silah atma, oyun oynama, tekbir getirme ve türkü söyleme gibi törenleri de yerine getirirler.
Koyun sürüleriyle ilgili bazı törenlere de son derece dikkat edilir. Yürüyen koyun sürüsünü ikiye bölüp geçmenin sürü içerisinden bo
ş kova ile geçmenin ve doğum (döl) günlerinde evden tuz, ateş gibi şeylerin dışarıya verilmesi günah sayılmaktadır. Bunlar herkes tarafından bilinen ve dikkat istenen şeylerdir

IĞDIR’IN SEMBOLLERİNDEN BİRİ OLAN LEYLEK YÖRE HALKI İÇİN NEDEN  BU KADAR ÖNEMLİ

Her yıl Mart ayı itibarı ile  göçmen kuşların konaklama ve geçiş yeri haline gelen Iğdır ülkemizde bulunan  486 kuş türünün 325’ne ev sahipliği yapıyor,  Bunların içinde en ilgi çekici ve Iğdırın adeta semboli haline gelmiş leyleklerdir. Leylekler, özellikle Iğdır’da en çok sevilen hayvanlardan birisi ve  baharın müjdecisi olarak kabul edilmektedir.

Iğdır yöresinde  Leylek hakkında bir çok inanış vardır  Öyle ki, Leylek bacalara veya evin yakın bir yerine yuva yaparsa o evin kötülüklerden koruduğuna inanılır, Diğer taraftan tabiatta bulunan zararlıları temizleyerek bereketi getirdiğine inanılır.  leyleği havada görenlerin o yıl çok seyehat edeceğine, evinin çatısına leylek konanların da yakın zamanda ev sahibi olacağına dair inancı yaygındır. Aynı zamanda Leylek; her yıl Iğdır ilinde büyük şenliklerle kutlanan Nevruz bayramının yedi önemli sembollerinden (Semeni, Yedilevin sofrası, Leylek, Kırlangıç, Kırmızı yumurta, Kosa Kosa, Govut)  birisi sayılmaktadır.. Leyleklerin her yıl aynı yuvaya dönmeleri, Türklerin önem verdiği veçhile- tek eşli yaşamaları, yavrularını uzun süre yuvada özenle beslemeleri, ailelerinin yaşlı bireyleri ile yakından ilgilenmeleri, onlara yiyecek temin etmeleri, insanla iç içe olarak evin bacasında yaşamaları Iğdır yöresinde Leyleklere karşı her zaman bir saygı uyandırmıştır.  “Leylek, baharı müjdeler. Güzün uzak diyarlara gidişlerinin ardından yüz yirmi gün sonra yuvalarına dönerler. O zaman bahar gelmiş demektir. Leylek güzün sıcak topraklara gittiğinden ona Iğdır yöresinde “Hacı Leylek’te denilmektedir, Leyleğin eşi ölürse çiftleşmediği; evini bozmanın felaket getireceği yaygın inanışlardandır. Evin üstüne yapılan yuva yıkılmaz, Leyleğin her yıl üç ya da dört yavrusu olur, birini kurban eder” Leyleğin yavrularından birini yuvadan düşürmesi, yavrularından birisini Tanrı’ya kurban ettiği inancını doğurmuştur. Gelişi sevinç, gidişi hüzün olan Leyleklerin güzün göçe hazırlanırken sergiledikleri veda törenleri Iğdır yöresinde kutsal tören olarak algılanmıştır. Leyleklerin birbirlerine yardım etmesi ve yiyeceğini etrafındaki diğer leyleklerle paylaşması Yardım, ihtiyacı olan herkese, kim olursa olsun yapılmalıdır. İhtiyaç anında karşımızdaki kişinin bizim gibi olup olmadığına veya onu sevip sevmediğimize bakmaksızın yardım elininin uzatılması anlamında algılanmaktadır.

 Ayrıca leylek ve turna gibi kuşların Türk mitolojisindeki anlam ve yeride büyüktür. Nemli, rutubetli toprak ve verimlilikle bağlantılı tek ayağı üzerinde duran kuşları su ile yerin (gökle yer-sularının) hükümdarı, verimlilik ve bereketin dişi soylu iyesi olarak nitelendirilmekte, söz konusu kuşların (leylek, turna, vb.) hayat veren âlem/dünya ağacıyla olan bağlantılarına dikkat çekilmektedir. Hayat ağacı (âlem ağacı) ve leylek arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Türk mitolojisinin ağaçtan doğan çocuklarıyla leyleğin getirdiği çocuklar, aynı algılamanın ürünleridirler. Leylek ve Nazar Tanrı tarafından çocukları korumak üzere görevlendirildiğine inanılan ana-kuş/Umay/Ayısıt ve onun günümüzdeki sembolü olan leylek kut taşımakta ve nazardan korumaktadır. Baharın müjdecisi ve bereket getiricisi olan leylek, Türkistan ve Anadolu Türkleri açısından tabiatın yeniden dirilişiyle bebeklerin dünyaya gelişini simgelemektedir.

IĞDIR’IN SEMBOLLERİNDEN BİRİ OLAN LEYLEK YÖRE HALKI İÇİN NEDEN  BU KADAR ÖNEMLİ

Her yıl Mart ayı itibarı ile  göçmen kuşların konaklama ve geçiş yeri haline gelen Iğdır ülkemizde bulunan  486 kuş türünün 325’ne ev sahipliği yapıyor,  Bunların içinde en ilgi çekici ve Iğdırın adeta semboli haline gelmiş leyleklerdir. Leylekler, özellikle Iğdır’da en çok sevilen hayvanlardan birisi ve  baharın müjdecisi olarak kabul edilmektedir.

Iğdır yöresinde  Leylek hakkında bir çok inanış vardır  Öyle ki, Leylek bacalara veya evin yakın bir yerine yuva yaparsa o evin kötülüklerden koruduğuna inanılır, Diğer taraftan tabiatta bulunan zararlıları temizleyerek bereketi getirdiğine inanılır.  leyleği havada görenlerin o yıl çok seyehat edeceğine, evinin çatısına leylek konanların da yakın zamanda ev sahibi olacağına dair inancı yaygındır. Aynı zamanda Leylek; her yıl Iğdır ilinde büyük şenliklerle kutlanan Nevruz bayramının yedi önemli sembollerinden (Semeni, Yedilevin sofrası, Leylek, Kırlangıç, Kırmızı yumurta, Kosa Kosa, Govut)  birisi sayılmaktadır.. Leyleklerin her yıl aynı yuvaya dönmeleri, Türklerin önem verdiği veçhile- tek eşli yaşamaları, yavrularını uzun süre yuvada özenle beslemeleri, ailelerinin yaşlı bireyleri ile yakından ilgilenmeleri, onlara yiyecek temin etmeleri, insanla iç içe olarak evin bacasında yaşamaları Iğdır yöresinde Leyleklere karşı her zaman bir saygı uyandırmıştır.  “Leylek, baharı müjdeler. Güzün uzak diyarlara gidişlerinin ardından yüz yirmi gün sonra yuvalarına dönerler. O zaman bahar gelmiş demektir. Leylek güzün sıcak topraklara gittiğinden ona Iğdır yöresinde “Hacı Leylek’te denilmektedir, Leyleğin eşi ölürse çiftleşmediği; evini bozmanın felaket getireceği yaygın inanışlardandır. Evin üstüne yapılan yuva yıkılmaz, Leyleğin her yıl üç ya da dört yavrusu olur, birini kurban eder” Leyleğin yavrularından birini yuvadan düşürmesi, yavrularından birisini Tanrı’ya kurban ettiği inancını doğurmuştur. Gelişi sevinç, gidişi hüzün olan Leyleklerin güzün göçe hazırlanırken sergiledikleri veda törenleri Iğdır yöresinde kutsal tören olarak algılanmıştır. Leyleklerin birbirlerine yardım etmesi ve yiyeceğini etrafındaki diğer leyleklerle paylaşması Yardım, ihtiyacı olan herkese, kim olursa olsun yapılmalıdır. İhtiyaç anında karşımızdaki kişinin bizim gibi olup olmadığına veya onu sevip sevmediğimize bakmaksızın yardım elininin uzatılması  anlamında algılanmaktadır.

 Ayrıca leylek ve turna gibi kuşların Türk mitolojisindeki anlam ve yeride büyüktür. Nemli, rutubetli toprak ve verimlilikle bağlantılı tek ayağı üzerinde duran kuşları su ile yerin (gökle yer-sularının) hükümdarı, verimlilik ve bereketin dişi soylu iyesi olarak nitelendirilmekte, söz konusu kuşların (leylek, turna, vb.) hayat veren âlem/dünya ağacıyla olan bağlantılarına dikkat çekilmektedir. Hayat ağacı (âlem ağacı) ve leylek arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Türk mitolojisinin ağaçtan doğan çocuklarıyla leyleğin getirdiği çocuklar, aynı algılamanın ürünleridirler. Leylek ve Nazar Tanrı tarafından çocukları korumak üzere görevlendirildiğine inanılan ana-kuş/Umay/Ayısıt ve onun günümüzdeki sembolü olan leylek kut taşımakta ve nazardan korumaktadır. Baharın müjdecisi ve bereket getiricisi olan leylek, Türkistan ve Anadolu Türkleri açısından tabiatın yeniden dirilişiyle bebeklerin dünyaya gelişini simgelemektedir.

AKKOYUNLU İBRAHİM GÖDEKLİ KÜMBETİ:

Iğdır ili Aralık İlçesi, Devlet Üretme Çiftliği arazisi içerisinde, (İran Sınırı) yer alan bu Kümbet, 1497-1499 yıllarında Akkoyunlu devletinin başına geçen Gödek Ahmet’in 14. nesilden torunu olan Akkoyunlu İbrahim Gödekli adına 1907 yılında eşi Şerife Gülsüm tarafından yaptırılmıştır. Kümbet içinde İbrahim Gödekli, Şerife Gülsüm ve Kurban Ağa isimlere ait üç mezar bulunmaktadır, Gödek Murat önderliğinde Iğdır'ı yurt edinen Gödekli kabilesi Gödekli köyünü kurmuş ve bu köye Gödekli sülalesinin adını vermişlerdir. Iğdır civarında Akkoyunlu Uzun Hasan’ın torunları olarak adlandırılan bu kabile Gödek, Göde, Gödekli, Gödekmerdan, Özgödek, Güdekli başta olmak üzere bir çok farklı soy isimlerle anılmaktadırlar. Bu boydan göçüp Erzurum, Karadeniz, Maraş, Adana, Ankara(Bala), Kayseri (Pınarbaşı) Kars gibi, anadolunun çeşitli illerine yerleşenler ise Gündoğdu, Güneren, Mirzelioğlu, Kesemen gibi soyisimlerle anılmaktadırlar.

 

IĞDIR’DAKİ GÖDEKLİ SÜLALESİ;

Gödekli Ailesi oğuzların Üçoklar kolundan Bayındır boyuna mensup bir ailedir. Ailenin soy ağacı Akkoyunlu devletinin kurucusu olan Tur Ali Beyin Babası Pehlivan Beyden itibaren kesintisiz bir şekilde günümüze kadar gelmiş 13. Yüzyıldan bugüne kadar kesin ve bilinen bir soyağacına sahiptir.   Kabile Gödek lakabını 1497-99 yıllarında Akkoyunlu hükümdarı olan Gödek Ahmed’ten almaktadır. Gödek lakabı ise Ahmet’in bacakları kısa olduğundan Gödek Ahmet lakabıyla anılırdı. (Gödek; Azerbaycan Oğuz Türkçesinde kısa anlamına gelmektedir)

Gödek Ahmed; 1476 yılında, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasanın oğlu Uğurlu Mehmet Paşanın, Fatih Sultan Mehmet olarak bilinen II. Mehmed’in Gevherhan sultan isimli kızıyla izdivacından dünyaya gelmiştir, dayısı olan Osmanlı padişahı II. Beyazıd’ın kızı Aynişah ile evlenen Gödek Ahmed’in bu evlilikten Zeynelabidin isimli bir oğlu ve iki kızı olmuştur.

Gödek Ahmed, 1497 -1499 yılları arasında Akkoyunlu devletinin başına geçmiş ve 1499 yılında İsifahanda bir isyana müdahale ederken hayatını kaybetmiştir. Gödek Ahmed’in ölümü Akkoyunlu Devleti’nin istikrarını daha da bozmuş. Yaşanan iç kargaşalıklarla birlikte Akkoyunlu devletin çöküşünü hızlandırmıştı. Murad Mirza ve Elvend Mirza arasında gerçekleşen iktidar savaşı 1500 yılında Akkoyunlu Devleti’nin parçalanmasıyla sonuçlanmıştır. Akkoyunlu devletinin çöküşü sonrası oldukça kalabalık olan Gödek Ahmed sülalesi Erzurum, Karadeniz, Maraş, Adana, Ankara(Bala), Kayseri (Pınarbaşı) Kars, Iğdır, Nahcivan, Karabağ, İran gibi bir çok alana dağılmış buralarda yurt kurmuşlardır. Gödek Murat önderliğinde Iğdır civarında yerleşen bu kabile Gödekli köyünü kurmuş ve bu köye Gödekli sülalesinin adını vermişlerdir. Iğdır civarında Akkoyunlu Uzun Hasan’ın torunları olarak adlandırılan bu kabile Gödek, Göde, Gödekli, Gödekmerdan, Özgödek, Kesemenli, Güdekli başta olmak üzere bir çok farklı soy isimleri almışlardır.

Gödek Ahmet’in 14. nesilden torunu olan Akkoyunlu İbrahim Gödekli adına yapılmış olan bu kümbet  Aralık (Başköy) İlçesi Dilucu mevkii dediğimiz Nahçivan, İran ve Ermenistan sınırına çok yakın bir bölgede kurulmuştur. Akkoyunlu İbrahim Gödekli Miladi 1863 yılında Revan şehrinde doğmuş, babasının ismi Abbas Ali annesi ise Hayransa hanımdır. O dönemde Gödekli ailesinin liderliğini yapan, sözü geçen ve velayet yönü ile tanınan İbrahim Gödekli 1903 yılında ise Iğdır’da vefat etmiştir. Aralık ilçesinin ilk kaymakamı olan ve daha sonra Hatay, Kars, Niğde ve Aydın gibi illerimizde valilik görevlerinde bulunan Ünal Özgödek, Aralık ilçesinin tanınmış eşraflarından İsmail Gödekli, bu sülalenin Iğdır’daki bir devamı olarak günümüze kadar gelmiştir.

 

KOLİKENT SELÇUKLU KÜMBETİ:

Kümbet Aralık ilçesi Kolikent Köyü’nde yer almaktadır, ismi 1928 yılı kayıtlarında  Kulukent olan bu köy  Iğdır il merkezine 41 km, Aralık ilçe merkezine 15 km uzaklıktadır. Kümbet düzgün sekizgen planlı ve her kenarı yaklaşık 2 m genişliğindedir. Kümbet mimari açıdan 11-14 yüzyılda bölgede hüküm sürmüş Selçuklular dönemine ait olduğu bilinmektedir. Yapılan araştırmalarda Kümbet üzerinde herhangi bir kitabeye rastlanmamış ve tamamen kapısız olarak inşaa edilmiştir. Kapısız olarak inşa edilen kümbetlerin altında ise herhangi bir mezar defnedilmezdi. Bunun nedeni ise özellikle kervan yolları üzerine dikilen bu tür kümbetler hem Selçuklular’ın bölgedeki hâkimiyetini, gücünü temsil etmekte hemde kervan ticaretine verdiği önemden kaynaklanmaktaydı.

      Kümbetler;  İslâm dünyasında Türkler'in yayılmasıyla birlikte ortaya çıkmış,  Ön Asya ve Türkistan'daki Türkler'e ait Dağ kültü ve çadır sanatının mimariye geçmiş örneklerini temsil etmekteydi. Doğu Türkistan'dan Anadolu'ya kadar Türkler'in geçtiği her yerde kümbetlere rastlamak mümkündür. Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşundan sonra Azerbaycan ve İran coğrafyasında hızla yayılan kümbetler Anadolu'nun fethiyle birlikte Anadolu'da geniş çapta uygulanmıştır.

 

AKKOYUNLU KUL YUSUF KÜMBETİ:

M.Ö. 4000 bin yıldan beri yerleşim yeri olarak kullanıldığı ve tarih boyunca birçok kavimlerin medeniyet ve kültürlerine ev sahipliği yaptığı yer olarak bilinen Iğdır’da bir çok tarihi yapı bulunmaktadır. Kul Yusuf Kümbetide Iğdır’da bulanan önemli Akkoyunlu eserlerinden birisidir.

Kümbetin Akkoyunlu Uzun Hasan'ın emirlerinden Yusuf Bey adına yaptırıldığı düşünülmektedir. Uzun Hasan 1453-76 yılları arasında bu bölgede hüküm sürmüştür. Bir beylik olan hükümetinin ilk merkezi Diyarbakır idi. Daha sonra Genişleyip güçlenince Tebriz yeğlendi. Bugünlerde bölge Akkoyunlular'dan Uzun Hasan'm oğlu Sultan Yakup ( 1478-1490 ) yönetiminde idi. Kul Yusuf Kümbeti mimari olarakta tamamen Akkoyunlu yapıtı olduğuna kuşku bırakmıyor.

Not: Bu kümbet "Amarat köyü yani çakırtaş necefali sınırında" dır.

IĞDIR’DA BÜYÜK ÇİLE (NARDUGAN-NARDOĞAN) BAYRAMI KUTLANIDI 

20 Aralık'ı, 21'e bağlayan gece, aydınlığın karanlığa galip geldiği gece. Yılın en uzun gecesinin güneşin doğuşuyla birlikte gündüze yenildiği gece...

Tüm türk dünyasında olduğu gibi Iğdırda’da Nardugan bayramı evlerde yapılan şenliklerle kutlandı. Yapılan şenliklerde evlerde sofralar kuruldu, yaş meyve ve çerezlerin yanısıra çile bayramının sembollerinden olan çile karpuzu kesilerek tadımlık ev halkına ve komşulara ikram edildi.

    Iğdır’da evlerde yapılan şenliklerin yanısıra yöre halkının bir araya gelerek kutladığı mekanlardan biriside Iğdır Otağıydı. Iğdır otağında şair ve yazarların bir araya gelerek kutladığı Nardugan bayramında çile gecesini anlatan şiirler okunup türküler söylendi. Iğdır Üniversitesi Öğretim görevlisi Arslantürk Akyılldız ise yaptığı konuşmada  şunları söyledi  “Atalarımızdan topluma iyilik olarak kalan her miras, bizler için çok kıymettidir. bu bayramda içinde bir çok iyilik barındıran, toplumu kaynaştıran bayramlarımızdan birisidir bu bayramı yaşatmak ve bir sonraki nesillere aktarmak hepimizin görevidir. bu gece burada Nardugan bayramını unutanlar hatırlasın, yaşatanlar ise zenginleştirsinler diye Iğdır otağın’da dostlarla bir araya geldik.   Bu gece hatırlanması gerekenlerin hatırlanması, komşuluk ve aile bağlarının sıkılaştırılması, küskünlüklerin sonlandırılması için çok önemlidir, Kış bembeyaz kar, don, soğuktur anlamına gelsede aynı zamanda dinlenme, rahatlık, huzur mevsimi olarak adlandırılıyor.  Yüce Rabbimden yılın bu en uzun gecesinde yarınlarımızı aydınlık kılmasını niyaz ediyorum” dedi.

 

NARDUGAN (ÇİLE) SOFRASI: Iğdır yöresinde güz mevsiminin son günlerine kadar bulundurulabilen meyvelerden sofra kurulur. Kuru ve yaş meyvelerin yanında tatlı, pasta, çörek de sofrada yer alır. Yörede Çile sofrasının en önemli sembollerinden biriside Çile karpuzudur.  Kışın ilk gecesi, çile karpuzları genellikle evin en büyüğü tarafından kesilir ve kesilen dilimler ev halkıyla birlikte komşulara dağıtılır.

Kışın ilk günü çile karpuzunun kesilmesi eski Türklerde özel bir öneme sahipti. Böylece karpuz, güneşin yanı sıra yuvarlak olan dünyayı sembolize eder.  

NARDUGAN NEDİR NERELERDE KUTLANIR: Nardugan, Moğol ve eski Oğuz dilindeki Nar (Güneş), Türk dilindeki Tuqan (Doğan) sözcüklerinden oluşmuştur. Türklerin yeniden doğuş bayramı olan ve NARDUGAN (Nartugan) denilen bayram 21 Aralık'ta başlıyor 21 Mart'da Nevruz olarak tamamlanıyor. Gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 21 Aralık’ta gece-gündüzle savaşıyor. Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor. İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle ‘akçam ağacı’ altında kutlanıyor. Güneşin yeniden doğuşu, bir 'yeni doğum' olarak algılanıyor.  Azerbaycan ve Anadolu Türklerinde, kış mevsiminin başlangıcı eski zamanlardan beri bir tatil olarak kutlanmaktadır. Ve bu törenin adı bu gün Azerbaycan Türklerinde Çiledir. Eski Türkler kış mevsimini 3 parçaya böldü. 21 ve bazen 22 Aralık'tan 31 Ocak'a kadar olan süre, 40 gün Büyük Çile olarak adlandırılır, 31 Ocak'tan 20 Şubat'a kadar olan süre -20 gün Küçük Çille ve 21 Şubat'tan 20 Mart'a kadar olan süre- 30 gün Boz aydır. Orta Asya coğrafyasında Güneş kültü adına kutlanan bu bayram Anadolu ile birlikte Azerbaycan’dan Özbekistan’a, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan’dan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne Doğu Türkistan, Musul-Kerkük, Gagavuz Türkleri, Kırım Türkleri, Macaristan, Batı Trakya Türkleri, Güney Azerbaycan’dan, Suriye Türkmenlerinde’de şenlikler şeklinde kutlanmaktadır. 

SİMURG (ZÜMRÜDÜANKA) YÜRÜYÜŞ ROTASI:  Gezdikçe hem tarihe hem de doğaya doyabileceğiniz bir doğa yürüyüşü rotası olan Zümrüdüanka rotası, Iğdır’ın Melekli köyünden başlıyor Ağrı dağının püskürttüğü lavlların bittiği noktada bulunan Kasımtığı (Seyirtepe) tepesinde son buluyor. Kısa ve orta olarak 2 etaptan oluşan rotanın birinci etap uzunluğu ortalama 5 km, ikinci etap rota ise 12 km dir. Maceralı olduğu kadar huzurlu bir trekking rotası olan Zümrüdü anka rotası; ismini Türk mitolojisindeki Zümrüdüanka kuşundan alıyor.

1.  Etap rota 5 km uzunluğunda olup Melekli Nevruz meydanından başlar sırasıyla Sanat sokağı (Iğdır ovasını Ağrı dağına taşıyan sokak), Kıpçak at çiftliği, Koçtaş mevki, İrem bağları, Petronun bağlarını, Kum düzü ve Deve yatağını geçerek Kasımtığı tepesinde son buluyor. Patika yolla Kasımtığ (seyirtepe) tepesinin zirvesine çıktığınızda Ağrı dağının bulutları perde perde delip gökyüzüne yükselen heybetli duruşunu göreceksiniz karşınızda. Yürüyüş boyunca  Erikua ve Urartu krallığı gibi antik kentlerin kale kalıntılarını görmeniz mümkün. Temiz hava solumanın ve fotoğraf çekmek için Iğdır’ın en ideal treking rotalarının başında geliyor burası. Yürüyüşü kolay hale getirmek istiyorsanız yapacağınız tek şey yol boyunca işaretlenen mavi ok’larla birlikte Ağrı dağına doğru ilerlemek olacaktır.

2. Etap Rota 12 km uzunluğunda olup 7 vadiden oluşuyor, yine Melekli Nevruz meydanından başlayarak aynı güzergâhtan devam ederek Sinekler, mevkisnde bulunan Nuhun İzinde yürüyüş rotasıyla birleşiyor. Rota Koçtaş, Petro’nun bağları, Nal döken, İrem bağları, Rus bucağı, Gelintaşı gibi 7 vadiyi geçerek Kültepeye uzanır. Ağrı dağının püskürtüğü lavlar üzerinden kuzey batıya doğru ilerlediğinizde Çöl ve vahayı bir arada görmeniz rotayı daha cazip hale getiriyor. Ayrıca lavlar üzerinde çölün adeta ortasında kuraklığa inat tek başına yeşeren ve yaşamını inatla sürdüren Hayat ağacı ise rotanın bitiş noktasında yer alıyor.  Parkur boyunca Görsel şölen İrem bağlarıyla birlikte Kasımtığı kaya mezarları, Taş devri mağaraları, Hazine tepe, Tarihi Kültepe, Galatepe gibi birçok uygarlığa ait kalıntıları inceleyebilirsiniz. Doğa, tarih ve kültürün bir arada sergilendiği bu rota doğal güzellikleri bakımından Türkiyenin en zengin treking rotalarının başında geliyor. 2020 yılında Melekli Ata Ocağı’nın katkılarıyla turizme açılan rota son zamanlar bisiklet ve fotoğraf düşkünlerinin en çok ziyeret ettikleri yerler arasında.

ORGANİK MEYVE SEBZE VE ÇİÇEK TOHUMLARI SATIŞI -
IĞDIR / MELEKLİ




Melekli Şalağı
Melekli Şalağı: Hz. Nuh un ığdır ovasına armağanı melekli şalağı.
Hz Nuh tufanından sonra gemi ağrı dağında karaya oturduktan bir müddet sonra hz nuh tarafından ığdır ovasına dikildiğine inanılır, melekli şalağı melekli beldesi dışında hiç bir yerde yetiştirilmemekler birlikte nesli tükenmekte olan bir meyvedir.
tohum adet fiyatı 25 kuruş.

Büyük yapraklı, sarı çiçekli, sürüngen bir bitki olan   sulu ve kokuludur. Bol miktarda su barındırmasının yanında A ve C vitaminlerince de zengin bir besindir. Ayrıca iyot ve krom gibi mineralleri de içinde barındırır.

şalak Kavun nasıl tüketilmeli?

Kavun taze olarak yenir. Ayrıca kabukları ve çekirdekleri kullanılır. Çekirdekleri dövülüp suda kaynatıldıktan sonra elde edilen su içilirse göğüs ağrısı ve öksürüğe iyi gelir. Yanıklara kavun konursa ağrıyı hafifletir ve iyileşmesini hızlandırır.

Cilt bakımı için de faydalı bir besin olan kavun, ezilip soğuk süte katıldıktan sonra yüze sürülürse cildi nemlendirir. Özellikle kuru ciltlere çok faydalıdır.

Kavun tam olarak olgunlaşmadan yenmemelidir. Ayrıca, ülseri ve sindirim sistemi iltihabı olanlara tavsiye edilmez.

Şalak Kavunun faydaları

Vücudu serinletir, idrar söktürücüdür ve kabızlığı giderir. Romatizma ve şikâyetlerini azaltır. Böbrekleri temizler. Böbrek taşlarını ve kumlarını dökmeye yardımcı olur. Yatıştırıcı etkisi ile rahatlık verir ve uykusuzluğa iyi gelir. Cildin taze görünmesini sağlar.

İşte kavunun faydalarından bazıları…

- Yemeklerden önce kavun yenirse hazım cihazlarını yıkar ve hastalıkları giderir.

- Böbrek –mesane kumu dökülürken kavun yenilirse böbrekler rahatlar ve vücut zindeleşir.

- Kavunun özelliği de vardır. İdrar yolu hastalıklarından şikâyetçi olanlara bol bol kavun yemeleri tesviye edilir.

- Kabak, kavun, safran ve arpa unundan yapılmış helva bol bol tüketilirse idrar zorluğunu giderir.

- Böbrek-sidik kesesi iltihaplanmasında kavun çekirdeği, karpuz çekirdeği ve hıyar çekirdeği yenilmelidir.

- Kavun çekirdekleri kaynatılıp birer bardak içilirse göğüs nezlesi olan hastalara şifa verir.

- Karaciğer hastalıklarına kavun çekirdeği kaynatılıp suyunun içilesi çok faydası dokunur.

- Onar gram kabak çekirdeği içi, kavun çekirdeği içi, nişasta, arap zamkı, badem içi, kitre, miyan balı, şeker, menekşe, ayva çiçeği ve 1.5 gram afyon toz haline getirilip yeteri kadar bal ile macun yapılıp birer kaşık yenirse astım hastalarına iyi gelir.

- 50 gram sıcak su ile yutulursa öksürüğe fayda sağlar.

- Ebegümeci, gelincik çiçeği, hunnab, kavun çekirdeği, baldıran, nöbet şekeri; bu maddelerden birer avuç alınır ve yeteri kadar su ile kaynatılıp elde edilen su bir bardak içilirse zatürree iyi gelir.

- Kavun; meniyi arttırır, kumları döker, böbrekleri besler, yağlandırır.

- Et pişirirken kabuklarından bir parça ilave edilirse çabuk pişer.

- Çekirdekleri yenirse iç yaralarına iyi gelir ve idrarı söktürür.

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol