ığdırda halk hikayeleri
MEŞTİBAT: Iğdır Melekli köyünde 19. asırda yaşamış olan Meştibat köy sakinlerinden H. Zekarya Sahur’un kendi öz dayısıdır. Gençlik yıllarında Ayşe (eşey) diye bir kadına aşık olur, fakat kızın ailesi bu evliliğe karşıdır, zamanla kara sevdaya dönüşen Meştibat’ın aşkı tüm bölgede duyulmaya başlar, aile baskısından dolayı sevdiği kızdanda hiç ilgi görmeyen Meştibat kaçak yollardan eski Sovyetler birliği sınırını geçerek Azerbaycan’a gider, aynı zamanda çok iyi bir müzisyen olan Meştibat kendini tamamen müzik sanatına adar, zamanla Meştibat Garmon, Tar, ve Nagara gibi müzik aletlerinde bölgede en tanınmış isimler arasında yerini alır,bir dönem ığdır ve çevresindede en çok dinlenilen Bakü radyosunda kısa skec oyunlarıyla ünlenir. Zamanla yaşlanır ve bakü köhne pazarda aktarcı dükanı açarak yaşamını idame ettirir. Meştibatın hayatı Azerbaycanlı ünlü yazar Üzeyir Hacıbeyov'un dikkatini çeker ve onun bu renkli hayatını kaleme alır ve O olmasın Bu olsun operesı ortaya çıkar. ve zamanla Meştibat Azerbaycanla birlikte büyük bir coğrafyada tanınmış en güzel aşk klasikleri arasında yeri alır.
Azerbaycanlı yazar Üzeyir Hacıbeyov'un, o olmazsa bu olsun adıyla bilinen opera ve filmi. Bakü'de geçen filmde, iki gencin, Server ve Gülnaz'ın büyük aşklarının, para ve cehalete karşı savaş açması ve sonunda aşklarının kazanması anlatılır.
Başrol oyuncularından Meştibat’ın yanı sıra filmde Rüstem Bey'in eş dost tanıdıkları: tacirler, tüccarlar, kabadayılar, gerici ve satılmış gazeteciler de kendilerini yansıtır.

Tülkü Həccə gedir
Tülkü qocalmış idi, Gəldilər kəndə yaxın. Daha tövbə edirəm, Dururdu kefi çox saz, Arıq xoruzun biri |


DİNAZOR TEPESİ (URUSUN BUCAĞI)

Boz Pişiyh
Anası oğluna ”Eye Elekber…hele çıx eşiye” diye seslendi.
Elekber evde divana uzanıp heyal qururdu.Axşam serini hele tezze tüşmüşdü.Elekber anasının sesine diyhsindi birden,divannan tüşüp çıxdı eşiğe.Baxdı ki anası oturup eyvanın pillekeninde,önündede ağzı düyümlü qara bir torba.
Anası Elekber’e;”Gel bu pişiyi azdır getsin.Apar o aşşağı meyhlelerin birine ötür.Bu pişiyhlerin elinnen dolanabilmek olmur hayatta.Zatan bununda qarnı burnundadı,böyüne sabaha balalıyar,o vaxt heç çekemmenik derdini.”dedi
Elekber orda burda çox eşitmişdi ki;”Pişiyin bığlarını yolsan,o pişiyh birde tapabilmez yolunu” diye.Elekber anasına dönüp dedi;”Ay ana,qoy ele men bunun bığlarını dibden vırım getsin,tapabilmesin birde evin yolunu.”
Elekber bele deyende anası qaşlarını endirip;”Sefeyh sefeyh danışma ey!Bele cür cür işleri hardan örgenirsiz bilmirem ki?Az danış,yeri get,gel yubanma orda burda.” dedi.
Elekber ilk okulun dördüncü sınıfını dört zayıf not ile pitirmişdi.İki günde bir oturardı dersin başına,o da ancaq Allah havarnan.Axlını vermişdi atari oyunlarına.Başınnan qalxmaq nedi bilmirdi oynun.Ağabeyisi Veli gelip,qulağının dibini şilleye vermiyene qeder oturmazdı dersinin başına.
Elekber evin son balasıydı.Veli’den yeke bir de Musa ağabeyisi varıydı.İki ağabeyiside evliydi.Musa’nın evi ayrıydı,Veli de arvadıynan hele babasının yanında qalırdı.İki otağlı evin balaca otağında yatıp qalxırdılar.
Anası Elekber’i herden bir ”Son beşiyim,evim eşiyim” diye sesliyerdi.Bunu çoğu vaxt evde qonaq olanda yapırdı.Elekber de utandığınnan pazı kimin qızarıp,qoyup qaçardı eşiye.Qonaqlar gidende de gelip anasına herslenerdi ele dedi diye.O herslenendede anasının daha da çox xoşuna giderdi.
Elekber,barmağını torbanın düyümüne ilişdirip,çıxdı kuçeye.Xırda,xırda adımlarnan sallana,sallana uzzaqlaşdı evden.
Bir müddet ilerledikten sonra iki meyhle aşşağıdaki caminin qabağında durup,yolun qırağındaki patosa baxtı;sonrada ”Ele men bu pişiyi haqqıdı atam bunun içine.Sağlam yerdi diyesen,iti qurdu da gelip ellemez torbayı.”diye fikirleşip zıqqana,zıqqana çıxdı makinanın üsdüne.Makinanın içine eyicene eyilip,züvdürdü elinnen torbayı.
Elekber qayıdıp eve gelende axşam ezanı tezze oxunurdu.Qaranlıqın hakimiyeti,yavaş,yavaş baş gösdermeye başlıyırdı qasabada.
Elekber,hayatın qapasınınnan girende gördü ki anası oturup eyvanda onu gözlüyür.
”Arxayin ol,halleledim” dedi anasına Elekber.
”Harda azdırdın pişiyi?”
”Cami hayatının qabağına bir patos eylemişdiler,onun içine saldım.”
”Be ömrü gödeyh olmamış,demirsen patosu aparıp işledeler?”
Elekber bunu heç yadına getirmemişdi.Rengi,urfu qaçtı birden.
Ama birez fikirleşdikten sonra patosun köyhne olduğu geldi yadına.Dönüp anasına;”Paton eskiydi ana,işledip elemezler,telesme.” dedi.
Bu cevap anasını heçde arhayin elemedi ama hava qararırdı diye de dala qayıtmasını da istemedi Elekber’den.
”Elese elini üzünü yu,gir eve dersine çalış” deyip girdi eve anası.
Axşam çöreyi yeyilende ne Elekber ağzını açıp bir kelime danışmışdı,ne de anası.O axşam Veli,arvadıynan getmişdi qaynatasına qonaqlığa.Elekber’in babası Sefer dayının heç bir şeyden xeberi yoxuydu.Onun heyvanlarnan arası çox eyiydi.Hele o pişiyhlerin çöreyini her gün özü öz elinnen vererdi.İneği,qoyunu yoxuydu Sefer dayının.Kômun qapısını aralayında,yeddi dene pişiyh balasıynan,üç dene de götü eyri cüce görülürdü.Zatan sefer dayıya dedesinnen qala qala iki tike yernen,bir de bu pişiyh balaları qalmışdı.Dededen qalanının üsdüne pek bir şey qoyammamışdı.Yayda o yerleri ekip piçer,evi ele geçindirerdi.
Sefer dayı durumun ferqine çoxdan varmışdı.Çünkü eve geldiği vaxtdan bu yana arvadıynan uşağının halını görürdü.İkisinin de ağzı berk,baxışları sabitiydi.
Sefer dayı arvadına ”Xeyirdi bele Refiqe,ye danışmırsız?” deye soruşdu.
Refiqe dönüp önce Elekber’e sonra da erine baxıp”Sefer,sene bir şey diyecem,yegin sen Allah herslenip eleme .” dedi.
Sefer dayı”De görüm,ne diyesen?” deye cevapladı arvadını.
Arvadı gözünü kilimin saçağına ilişdirip,dedi;”Boz pişiyi verdim Elekber’e azdırsın,o da aparıp eski bir patosun içine atıp.İndi de üreyimize qorxu tüşüp ki;patosu aparıp işledeler.”
Sefer dayı bunu eşidende hersinnen tişi bağırsağını kesdi ama heç ne ses elemedi.Görürdü ki;arvadı da uşağı da itten peşman olupdu.Sefer dayı tek ”günahı boynuna” diyebildi arvadına.
Sefer dayı ele diyende Refiqe’nin eli ayağı esim esim esdi.Dedi ”bes men neyniyim axı?Bir deyil beş deyil,hansının derdini çekim?Kôm doludu ağzına qeder pişiyhnen,eyvanda çöreyh yemeye hesretik,az qalalıllar ağzımızda ki tikeyi qaçıdalar.O pişiyhde burda balalasaydı,lap yaman güne qalardıq.
”Cehennemin dibine qalardıq!” deye sözünü kesti Sefer dayı.”Sonra da baxdı ki arvadının dili durmuyacaq,hersini yeyip;”Kâş azdırmasaydız,yazzığıydı heyvana.Her ne ise…qax çay qoy,eyvanda çay içek,üreyim darıxdı.” diye devam eledi sözüne.
Refiqe durdu ocağa teref çay qoymaya.Birden pencerenin önünnnen bir mavıltı sesi geldi.Refiqe başını tez çevirdi sesin geldiği yere.O da eriynen oğlu kimin isdiyidi ki boz pişiyin sesi olsun bu ses.Tez yumuldu perdeyi çekti.
Bir de ne görsünler?Boz pişiyh,yığıp ayaklarını götünün altına,oturup camın önünde.
Bu evde illerce toy,bayram olmuşdu ama heç belle bir şennik olmamışdı.
Uzzaqdan gören diyerdi ki;”Bunların ye ineği cüt doğup,ye de ki qurbanları qebul olup”.
----------
Azerbaycan Oğuz Türklerinde Yazxanım Mitolojisi:
Yeraltının Güzeller Güzeli ve Toprağın Nefesidir Yazxanım
Karanlığın hüküm sürdüğü yeraltı diyarının egemeni Erlik Han, bir gün yeryüzünün en güzel çiçeği olan Yazxanım'ın haberini alır. Göz kamaştıran güzelliğiyle gönlü fethedilen Yazxanım'ı kaçırır ve yeraltının karanlık sarayına hapseder. Ancak Erlik Han'ın zalimliği, Yazxanım'ın ışığını söndüremez. Her yaz, yeraltının kapıları açılır ve Yazxanım, annesinin kollarına koşar.
Yazxanım'ın her gelişinde, yeryüzü birden canlanır. Toprak ana, kızının nefesini duyarak iç çeker ve göğsünü kabartır. Sanki yüzyıllardır tuttuğu nefesi bir anda bırakıverir gibi, buğular yükselir topraktan. Yaz yağmurları yağar, çiçekler açar, kuşlar ötmeye başlar. Yazxanım'ın dokunuşuyla her şey yeniden doğar.
Yazxanım, sadece bir güzellik değil, aynı zamanda doğanın canlanmasıdır. O, toprağın ruhudur, bereketin sembolüdür. Yeraltının karanlığına rağmen, her yaz yeniden doğan umudun ta kendisidir. Yazxanım'ın hikayesi, kötülüğün geçici, iyiliğin ise ebedi olduğunu hatırlatır.