IĞDIR AĞRI DAĞI MİTOLOJİLERİ


IĞDIRDA ANLATILAN ELMBİLEN MİTOLOJİSİ

Elimbilen (Bilener) Hikayesi

Iğdır ve çevresinde anlatılan bu mitolojiye göre Bir zamanlar, Ağrı Dağı'nın eteklerinde, Elimbilen  bir diğer adıyla (Nahçivan yöresinde Bilener ) adında sırlarla dolu bir varlık yaşardı. Yöre halkı, Elimbilen’in çok büyük kulaklarının olduğunu ve bu iri kulakların onun bilgelik kaynağı olduğunu söylerlerdi. Elimbilen, uyuduğunda bir kulağını altına, diğer kulağını ise yorgan gibi üstüne serermiş.  Elimbilen yere serdiği kulakla yerin altını yani gizli olan tüm sırları dinlermiş, diğerini ise gökyüzüne açarmış. Böylece, yerin derinliklerinde gizli olan sözleri ve gökyüzündeki bilgilerin tümünü dinlermiş.

Bir gün, dağın eteklerinde bir köyde, genç bir bilgin olan Aykız, Elimbilen’i görmek için yola çıkar. Aykız, ehil, bilgili insanlara saygı gösteren, her zaman sorgulayan ve öğrenmeye aç biriydi. Kendi kendine, “Elimbilenle bir gün karşılaşıp onun bilgilerinden, ilminden yararlanmalıyım” derdi.

Aykız, uzun bir yürüyüşün ardından Ağrı Dağı’nın püskürttüğü lavların bitimine yakın bilinmeyen bir yere ulaştı, Dağın heybetli görkemi ona cesaret veriyordu ve Elimbilen’i bulmak için gözlerini dikkatlice etrafa dikti. Gün batarken, dağın en yüksek noktasında bir ışık parlıyordu. Aykız, o ışığın peşinden gitmeye başladı. Işığa yaklaştıkça, Elimbilen’in silueti belirmişti karşısında. Aykız, heyecanla selam verip, “Ey Elimbilen, beni bilgelik yoluna rehberlik et!” dedi. Elimbilen, Aykız’ın aklındaki soruları duydu ve gülümseyerek, “Sorgulayan bir zihin her zaman doğruya ulaşır,” dedi.

Aykız, Elimbilen’e birçok soru sordu. Yeraltındaki gizemler, gökyüzündeki yıldızların sırları ve insan ruhunun derinlikleri hakkında bilgi almak istedi. Elimbilen, ona her zaman doğru olanı anlattı. Aykız, dinledikçe, içindeki bilgeliğin kapıları aralandı.

Ancak Elimbilen, Aykız’a bir uyarıda bulunarak: “Bu bilgileri sadece doğru amaçlarla kullanmalısın. Gerçek bilgelik, bilgiyi paylaşırken sadakat ve sevgi ile gelir.” Aykız, Elimbilen’in sözlerini kalbine kazıyarak tekrar köyüne döndü.

Köyüne vardığında, öğrendiklerini insanlara aktarmak istedi, ancak, herkes Aykız’ın anlattıklarını anlamıyordu, birçok kişi, bilgiye erişimin yalnızca bir avuç insan için mümkün olduğuna inanıyordu. Aykız, Elimbilen’in öğrettiklerini yaymak için çok çaba gösterdi fakat bir türlü başarılı olamadı.

Zamanla, Elimbilen’in hikayesi köyde bir efsane haline geldi. Aykız, Elimbilen’in yalnızca sorgulayan ve ilmi seven kişiler tarafından görülebileceğini anlamıştı. Aradan yıllar geçtikten sonra, Aykız bilgelik arayışında yalnız kalmamıştı, köydeki diğer gençler de onunla birlikte onun izinden giderek Elimbilen’i aramaya başladılar ve her biri bu kutlu dağın eteklerinde Elimbilen’in bilgeliğini öğrenmek için mücadele ediyorlardı.

Sonunda, Elimbilen’in öğretileri, köyde bir bilgi kaynağı haline gelmişti. Aykız, Elimbilen’in sözlerini dinleyerek köydeki insanları gün be gün aydınlatıyordu, köydeki insanlar tarafından artık bilgiye ulaşmanın, sorgulamanın ve öğrenmenin önemi anlaşılmıştı. Elimbilen, dağın eteklerinde yaşayanların kalplerinde ve zihinlerinde sonsuza dek yaşamaya devam etti.

Iğdır ve çevresinde, Elimbilen’in hikayesi, asırlardan beridir kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa anlatılmaya devam ediyordu. 
Melekli Ata Ocağı Kent Arşivinden


BAĞLAR DAĞI

 

NUH’UN BEREKETLİ TOPRAKLARI

 Ağrı Dağı'yla ilgili efsanelerin en eskisi, 1404 yılında İspanyol elçisi Claviye'nin, Karakoyunlu Türkmenlerinden duyduğu ve yazıya aktardığı efsane... Allahuekber, Süphan, Elegez ve Ağrı Dağı'nın adlarının Nuh Peygamber tarafından verildiği anlatılan ve Claviye tarafından yazıya geçirilen efsane şöyle: "Nuh Peygamber, suların bütün dünyayı kapladığı sırada suda yaşayanlardan başka her türlü hayvanlardan erkekli dişili birer çift alıp üç oğlu ve üç gelini ile gemiye kapanıp, canlarını kurtardılar. Bir gün geminin demiri bir dağın tepesine ilişip içindekileri yer oynamasından korkuya düşürürken, Nuh Peygamber hayretle "Allahuekber" dedi ve bu yerin adını belledi. Aradan günler geçtikten sonra yine bir sarsıntı olmuştu. Peygamber yine "Sübhanallah" dedi ve burayı da belledi. Sonunda sular çekilip, azalınca, gemi bir dağın tepesine oturup, kızakladı ve kaldı. Hazreti Nuh ve oğulları küreklere asıldılarsa da gemiyi yürütemediler. Bu arada Nuh Peygamber "Ne ağır dağ" dedi. Sonradan bütün sular çekilince, gemiden indiler. Gemideki son erzak kırıntıları ve kalıntılarını Sürmeli Çukuru'nda herkes çıkarıp, buğday, arpa, pirinç, nohut, mercimek, üzüm, ceviz,  fıstık, incir, dut kurusu, pekmez ve balı karıştırarak son yemeği (aşure aşı) bir arada yediler. Nuh Peygamber, sofrasını silkeleyip Sürmeli Çukuru'na döktüğünden bu Iğdır Ovası çok bereketli olmuştur. Dağın adı da geçen zaman içinde Ağrı'ya dönüşmüştür."

AĞRI DAĞI HAKKINDA ANLATILAN EFSANELER VE MİTOLOJİLER
Yeryüzündeki bazı dağlar yüksekliğiyle, bazıları çetinliği ile, bazıları ise hakkında anlatılan efsanelerle ünlenmiştir. Bazılarının kendine özgü rüzgarının sesi, bazılarının ise kuytularındaki aşk masallarından söz edilir. Ağrı Dağı tüm bu güzellikleri içinde barındıran efsanevi bir dağdır. Kutsal kitaplarda bile adı geçen bu kutsal dağın dört bir yanında yaşayan insanlarda bu dağı bir dağ gibi değil, duygularla yoğrulmuş, kişilik kazanmış birer varlık olarak görürler. Dağın dört bir yanında yaşayan insanlarda bu dağı efsanelerle süslemiş, endamına şiirler, doruklarına ise türküler yakmışlardır. Orta asya bozkırlarından Anadoluya yansıyan inanışlarda olduğu gibi yöre halkı bu dağı sanki tanrı ile konuşur ve ilgi kurar gibi hep görmüşlerdir. Bereket, ölümsüzlük ve cenneti simgeleyen bu dağın bir başka ruhu başka bir hikayesi vardır, onun hikâyesini anlamak için gelin hep birlikte binlerce yıldır kulaktan kulağa nesilden nesile aktarılan efsanelere kulak verelim…
YILANLAR VE KARTALLAR:
Derler ki Küçük Ağrı’nın yılanları, Büyük Ağrı’nın kartallarını tepeye hâkimiyeti yüzünden bir türlü Büyük Ağrı’ya çıkamazlar ve Büyük Ağrı tepesine hep hasret çekerlermiş. Bu hâkimiyeti hazmedemeyen yılanlar, tepedeki kartallara haber gönderip Büyük Ağrı’ya çıkmak istediklerini bildirmişler. Kartallar buna izin vermeyeceklerini bildirmişler. Bu cevabı beğenmeyen yılanların şahı Şahmeran kartalların şahına, ya savaş ya izin taleplerine ısrar edince her iki taraf da savaşı kabul etmişlerdir. Bunu üzerine kartallar ovaya inmeyi kabul etmişlerdir. 93 harbinde yılanlarla kartalların Iğdır Ovası Karasu civarında, Taşburun nahiyesi (Dize-Cennetabat-Kerimbeyli) düzlüğünde haftalarca aylarca çarpıştıklarını yaşlılar anlatmaktadır. Neticede yılanlar mağlup ve perişan; kartallar galip ve muzaffer olmuşlardır. Zaferlerin gururuyla kartallar Büyük Ağrı Dağı’na havalandılar, yılanlar da eski yuvaları olan Küçük Ağrı Dağına sürünerek yerleştiler.
Mağlup olan yılanların şahı, kartalların şahına şu bedduada bulunmuş:
-Allah’ım, biz yılanları Büyük Ağrı’ya hasret kılan şu kartalların şahını,
<<Ağrı Dağı’nın tepesinde kabz-ı ruh edip dondurarak, ibret-i âlem edesin. >>
Kartalların şahı da yılanların şahı için;
<<Allah’ım şu yılanların mekânını öyle yapayalnız bırak ki ben-i âdem olanların olduğu yere ayak basmasın. >> demiş. İkisinin de bedduası kabul olmuş. O gün bugündür, Ağrı Dağı’nın tepesindeki kartal, tepeye hakim şekliyle yaz-kış Büyük Ağrı’yı kollamaktadır. Bu gün kardan ve buzlardan oluşan tepedeki kartal o kartaldır.
Yine o gün bugündür Küçük Ağrı’nın tepesinde sadece yılan, çayan ve akrep vardır. Bu yüzden de Ben-i Âdem Küçük Ağrı Dağı’nın tepesine pek uğramaz olmuştur.
YAKUP PEUGAMBER TÜRBESI :
Büyük Ağrı Dağı koynunda Yakup Peygamber’in türbesi vardır. Buraya her yıl Temmuz, Ağustos ayında ziyaretçiler gelir, kurban keser, adak adarlar. Namaz kılar, ibadet ederlermiş.
Vaktiyle oğlu Yusuf’a kavuşan Yakup Peygamber, o ömrünün son çağlarında Hz. Nuh’un Dağı’na gitmek ister. Kervanlar düzenlenir, yola çıkarlar. Hz. Yakup çok ihtiyar olduğundan oğlu Yusuf ve Bünyamin’i yanına çağırır:”Atanızın ve insanlığın ikinci defa ilk ayak bastığı AĞRI DAĞI’ na gidiyorum. Bu son arzumdur, burada öleceğim. Beni Ağrı Dağı’na gömün” diye vasiyet eder.
Yakup Peygamber’in kervanı Kenan ilinden ayrılır, günlerce yol aldıktan sonra çok güzel, Tanrı’nın bütün verimi esirgemediği SÜRMELİ ÇUKURU’na varır. Çok hoşlanır buradan, atası Nuh’un ilk ayak bastığı bu yerin kutsallığına inanarak Ağrı Dağı’na çıkar. İyice ziyaret eder. Yazın sıcak günlerinde bir ay Ağrı Dağı’nda kalır. Bir gün hastalanır, ölür ve vasiyeti yerine getirilerek Ağrı Dağının yamacına gömülür.
Şimdi Ağrı Dağı’nın kucağında karnıyarık büyük bir Yakup Vadisi vardır. Mezarı buradadır. Gayrimüslimler Hac ziyareti için buraya gelirler.
1840 Ahura (Arkuri) zelzelesinden önce burada bir Yakup Manastırı vardı. İçinde keşişleri dahi bulunmaktaydı. Dünya’nın sayılı yerlerinden ziyaretçileri gelir. 20 Haziran 1840 zelzelesinden birkaç gün önce Ağrı Dağı’ndan acayip sesler, yeraltından gürültüler gelmeye başladı. Gün geçtikçe şiddetlenen bu korkunç sese halk: “AĞRI kızdı, gazaba geldi. ” Demeye başladılar. Bir gece Büyük Ağrı, kuzey (Sürmeli Çukuru) inindeki yamacından patladı. 1600 nüfuslu Arkuri kasabası ve yakın köyleri lavlar altında kaldığı gibi Yakup Manastırı da toprak ve taşlar altında yok oldu. Bugün buraya gelen turistler köy ve Mezarlık kalıntılarını görmektedirler.
NESELI KEÇİ:
efsığdır yöresinde anlatılan bir başka efsaneye göre Nuh Peygamber, tufandan sonra hayvanları ile Ağrı Dağı eteklerinde yaşamaya başlar. Karınlarını doyurmak üzere civarda dolaşan hayvanlardan keçinin bir gün olağanüstü neşeli döndüğünü görür. Bu hal günlerce devam edince Nuh Peygamber keçisinin peşinden giderek, bu durumun yediği bir meyveden kaynaklandığını keşfeder. Kendisi de bu meyveyi çok beğenir ve hayatı pespembe gösteren üzüm suyunun müptelası olur. Nuh Peygamberi mutlu gören şeytan, onun neşesini kıskanarak, alevli nefesi ile asmaları kurutur. Nuh Peygamber üzüntüsünden yataklara düşünce, efsane ya, şeytan insafa gelip, bu meyveyi yeniden canlandırmak için ne yapılması gerektiğini söyler. Eğer meyvenin kökü açılır ve hayvanlardan yedisinin kanı ile sulanırsa, asma canlanacaktır. Aslan, kaplan, köpek, horoz, saksağan ve tilkiden oluşan kurbanlar seçilip, üzüm, bu hayvanların kanları ile sulanır ve bir yıl sonra bitki tekrar canlanır, yaprak ve meyve vermeye başlar. Şarapla sarhoş olan kimselerin davranışları incelendiğinde, bu yedi hayvanın karakterini taşıyan haller görülür. Kâh aslan gibi cesur, kâh kaplan gibi yırtıcı, ayı gibi kuvvetli, köpek kadar kavgacı, tilki gibi kurnaz, saksağan gibi geveze olurlar.
BÜYÜK VE KÜÇÜK BACI :
Çok eski zamanlarda Sürmeli Çukuru uçsuz bucaksız düzlükler halindeymiş.. Ağrı Dağı’nın yerinde büyük bir orman ve göz alabildiğince boşluğun içindeki bir köyde yaşayan iki kız kardeş varmış. Günlerden bir gün iki bacı el ele vererek evlerine odun getirmek üzere ormana giderler. Bir kaç günde vardıkları bu ormanda çörden çöpten toplayıp birer yük hazırlarlar. Sıra sırtlarına almaya gelince büyük bacı:
-Bacı bacı kurban olam, N ‘olur gel sırtıma bu yükü kaldır.
Küçük bacı kaldırmaz. Üstelik te:
-Canın çıksın kendin kaldır. Senin hizmetçin değilim ki. Kocaya varmak olsa öne atılırsın, çöp sırtlamağa gelince bana mı havale edersin?
Büyük bacı gene yalvarır, yakarır, olmaz. Çaresiz kalır. Şöyle der:
-Gel ben senin sırtına kaldırayım.
Küçük bacı buna razı olmadı. Aralarında bir kavga başlar. Tutarlar birbirlerinin saçlarından. … Büyük küçüğü devirir, yerde yuvarlanrılar. Derken ikisi de kan ter içinde kalırlar. Elleri, ayakları hatta bütün vücutları hareketsiz kalır. fakat dilleri yorulmaz bir birlerine beddualar ederler.
Küçük bacı büyük bacıya:
-Allah seni öyle bir dağ etsin ki, yaz, kış başından kar eksik olmasın.
Büyük bacı ise
-Sen de öyle bir dağ olasın ki, başından yılanlar, çayanlar hiç eksik olmasın.
Ulu Tanrı bunların beddualarını duyar. O gün bu gündür, Büyük bacı “Büyük Ağrı Dağı olur, başından yaz kış kar eksik olmaz”. Küçük bacı da “Küçük Ağrı Dağı olur ki, tepesinden yılanlar hiç eksik olmaz. eksik olmaz.
AĞRI DAĞI EFSANESI Kısa Özeti (Yaşar Kemal)
Efsaneye göre Ağrıdağı’nda yaşayan Ahmet’in evinin önünde, çok güzel, zengin ve önemli birine ait olduğu anlaşılan bir at bulunur. Ağrıdağı geleneğine göre bu at, kapısına geldiği için, Ahmet’in hakkıdır. At, Ahmet’in evinin önüne şans eseri gelmediğinden emin olunması için üç kez serbest bırakılır, fakat üç kez de Ahmet’in yanına döndüğü için ona ait olduğu kabul edilir.
Daha sonra, atın bölgedeki Osmanlı Paşası Mahmut Paşa’ya ait olduğu anlaşılır. Mahmut Paşa geleneğe karşı gelerek atını geri ister. İsteği reddedilince Ahmet’in köyünü yakar ve onu zindana atar. İlerleyen bölümlerde atı kendisine teslim edilse de, Ahmet’i ve ona yardım edenleri öldürmekte kararlıdır.
Ancak bu sırada, zindandaki Ahmet ile Mahmut Paşa’nın kızı Gülbahar arasında bir ilişki başlar. Gülbahar, kendisine aşık olan zindancıbaşı Memo’ya saçından bir tel verme karşılığında Ahmet’i kaçırır. Durumu haber alan Mahmut Han, Memo’yu öldürür. Mahmut Paşa, sonrasında Gülbahar’ı da zindana attırır, fakat Ahmet önderliğindeki halk sarayı basarak onu kurtarır.
Ahmet ve Gülbahar, onurlu ve geleneklere saygılı bir Bey olan Hoşap Beyi’nin yanına sığınır. Hoşap Beyi, Mahmut Han’a ne isterse vereceğini, her türlü masrafı karşılayacağını, ama Ahmet ve Gülbahar’ı teslim edemeyeceğini bildirir, misafirlerinin evlenmesine izin verilmesini ister. Bir süre Hoşap Kalesi‘ne saldırmayı düşünen Mahmut Paşa, daha sonra Ahmet’in Ağrıdağı’nın tepesine tırmanmasını istediğini, bu görevi başarabilirse onu kızıyla evlendireceğini söyler.
Ahmet görevi kabul eder ve onu izlemek isteyen halk akın akın Mahmut Paşa’nın sarayının çevresine toplanır. Uçsuz bucaksız kalabalığın, Ahmet’in başarısız olması durumunda sarayını yerle bir edip kendisini öldüreceğini anlayan Mahmut Paşa, sonunda halkın isteğine boyun eğip Ahmet’in geri çağrılmasını söyler. Ancak, buna gerek kalmaz, çünkü Ahmet dağa tırmanışının dördüncü gününde zirveden bir ateş yakarak görevini başarıyla tamamlar.
Fakat, Ahmet Gülbahar’ın kendisini kurtarmak için Memo’nun hayatını feda ettiğini anlamış ve Gülbahar’a zindancıbaşı Memo’nun kendisini nasıl serbest bıraktığını sorar. Gülbahar olanları anlatır. Ahmet bunu gururuna yediremez. Gülbahar’ın bütün yalvarmaları fayda etmez. Ahmet, Küp Gölü’nün sularında kaybolup gider. Küp Gölünün oradan geçenler göl kenarında uzun parıltılı saçlarıyla başını iki eli arasına almış, gözlerini göle dikmiş Gülbahar’ı görürler. Gülbahar Ahmet’in geri gelmesini bekler. Rivayete göre göl üzerinde bir atın kapkara gölgesi gelip geçer. Ağrıdağı’nın çobanları ise dört bir yandan gelerek kepeneklerini Bin yıllık sevda toprağının üstüne atıp otururlar. Tanyerleri ışırken kavallarını bellerinden çekip Ağrı dağı’nın öfkesini, sevdasını çalarlar. Ve gün kavuşurken bir akkuş gelir…
DİPSİZ GÖL: KÜP GÖLÜ
Iğdır ve çevresinde Küp Gölü'nün dibinin olmadığına inanılır.
Zamanın birinde bir çoban bu göle kavalını düşürmüş,. Aylar sonra bu kaval Bulak başı köyünde bulunan Karasudan çıkmış, Bu yüzden bu göle "Dipsiz Göl" denmiştir.
ŞAHMERAN EFSANESİ: Binlerce yıl önce Ağrı dağı eteklerinde yedi katlı yeraltında yaşayan yılanlar vardı. Meran adı verilen bu yılanlar, gerçekten akıllı ve şefkatli idi. Onlar barış içinde yaşarlardı. Meranların kraliçesine Şahmeran denirdi. Şahmaran gözleri kilometrelerce uzağı görebilen, üstün niteliklere sahip genç ve güzel bir kadındı. Efsaneye göre, Şahmeran'ı gören ilk insan Cemşab isimli bir genç idi,Cemşab; odun toplayıp satarak geçimini sağlayan bir ailenin çocuğuydu. Bir gün Cemşab arkadaşları Ağrı dağının etklerinde odun toplarken, bal dolu bir mağara keşfederler. Balı çıkarmak için Cemşab'ı aşağıya indiren arkadaşları, paylarına daha çok bal düşmesi için onu orada bırakıp kaçarlar. Cemşab mağarada bir delik görür ve buradan ışık sızdığını fark eder. Cebindeki bıçak ile deliği büyütünce, ömründe görmediği kadar güzel bir bahçeye girer. Bu bahçede eşi benzeri olmayan çiçekler ve bir havuz ile pek çok yılan görür. Havuzun başındaki tahtta süt beyaz vücutlu bir yılan oturmaktadır. Cemşab’ı hemen alırlar kuyunun dibinde bulunan Şahmarana götürürler, Şahmaran Cemşab’la biraz konuştuktan sonra yılanlara onu öldürmesini emreder fakat Cemşab’ın çok yakışıklı olduğunu hisseden ve yılanlara karşı cesurca direnişini gören Şahmaran Cemşab’ı affeder fakat ebedi olarak kuyuda onunla yaşaması ister, Şahmeran'ın güvenini kazanan Cemşab uzun yıllar bu bahçede yaşar. Şahmeran ona tıp biliminin bilinmediklerini söyler. Yıllar sonra, ailesini çok özlediğini söyleyip gitmek için yalvarır. Gel zaman git zaman Cemşab kuyuda yaşamaktan sıkılmaya başlar ve Şahmarandan onu serbest bırakmasını ister Şahmaran ise bunu asla kabul etmez çünkü Cemşab’ı serbest bıraktığı anda insanoğlunun burayı bulacağını ve onlara zarar vereceğinin bilincindedir, gün geçtikçe Cemşab’ın güzelliğinin bozulduğunu ve serbest bırakılması için yalvarışlarını gören Şahmaran artık dayanamayıp deliler gibi aşık olduğu Cemşab’ı serbest bırakmaya karar verir. ve ondan kuyunun yerini kimseye söylememesini ister. Cemşab ise bu anlaşmayı kabul eder ve kuyudan ayrılır.
Bu arada dönemin padişahı amansız bir hastalığa yakalanmıştır ve onu bu hastalıktan kurtarmanın tek yolu yılanların şahı şahmaranın etinin suyunu kaynatıp içmekten geçermiş, baş Vezir ise padişahın hastalığına en çok sevinenlerden biriymiş, çünkü onunda en büyük arzusu Şahmaran’ı bulmakmış. Şahmaran’ı bulup onun etinin suyunu içerek bilgiye kavuşmak ve böylece saraydaki hakimiyeti eline geçirmekmiş, padişahın baş veziri Cemşab’ın Şahmarandan haberdar olduğunun hissediyormuş, bu yüzden baş vezir Şahmaran’ı bulmak için padişahtan hemen izin istemiş padişah ise amansız hastalıktan kurtulup eski gücüne kavuşmak için hemen baş vezirine yetki vermiş, baş vezir ise Cemşab’ı gidip evinden aldırmış ve haftalarca işkence yaptırarak Şahmara’nın yerini söylemesini istemiş, Cemşab ise konuşmamakta ısrarlı olunca vezir demişki bak Cemşab biz Şahmaranı istemiyoruz padişahımız amansız bir hastalığa yakalanmış bu hastalıktan kurtulmanın tek yolu bir bitkide saklıymış var git ona söyle o bitkinin hangi bitki olduğunu desin bize. Cemşab’ta buna inanmış ve tutmuş kuyunun yolunu Kuyunun yanına vardığında, vezirin askerleri yakalamışlar Cemşab’ı, Meğer Cemşab takip altındaymış. Cemşab’ı alarak Sarayda bekletmişler. Beklerken ölüp ölüp dirilmiş. Ama son pişmanlık fayda etmezmiş. Şahmaran’ı altın bir tepside getirmişler. Başı gururlu ve dimdikmiş Şahmaran’ın. Cemşab’tan başka kimseye bakmıyormuş. Gözleri sadece ve sadece ona kilitliymiş. Bir süre sessizlik olmuş. Ve sonra Şahmaran dile gelmiş -”Ben sana bu topraklarda Aşk ölümünedir demiştim. Ve zayıf olan ölümü hak eder. Benim zayıflığım sana aşık olmamdır maalesef. Sen bana, ben de yılanlara ihanet etmiş oldum böylece. Başımın suyu zehirlidir. Bilgi kuyruğumdadır. Ceza istiyorsan zehirimi iç.” demiş Cemşab Bu sözlerden sonra Şahmaran oracıkta kesilmiş. İki ayrı kazan kaynamış. Zehir kazanı ve bilgi kazanı. Vezir Şahmaran’ın sözlerini dinleyerek kuyruk suyunu dikmiş başına. Cemşab ise ölümden başka bir şey düşünmeden zehir dolu tası içmiş. Vezir, hemen yıkılmış, vücudunun her yerinden kanlar fışkırmaya başlamış. Cemşab, içindeki yangının azar azar söndüğünü hissetmiş ve yavaşça çıkmış gitmiş saraydan. O günden beridir, o topraklarda , yoksul halkın arasında bir lokman hekim olarak almış yürümüş Şahmaran
AĞRI DAĞINDAKİ DEVLER VE DİNAZORLAR
Ağrı dağı çevresinde anlatılan efsaneye göre “Zaloğlu Rüstem; devler ve dinazorlar gibi yaratıklarla uzun yıllar mücadele etmiş. Bu mücadelenin en önemlisi Ağrı Dağında olmuş. Sık sık Ağrı dağından inan devler ve dinazora benzer yaratıklar dağın etrafında yaşayanlara zarar verirmiş. Birgün zal oğlu rüstem bu yaratıklarla büyük bir mücadeleye tutuşmuş, bu mücadele sonucunda Devleri ve dinazorları büyük bir mağlubiyete uğratarak onları Ağrı Dağı’nın eteğinde Kültepe üzerinde toplanmasını sağlamış, insanlığa çok kötülükleri dokunan bu mahlukların neslinin türememesi için Tanrı’ya el açarak (Tanrım, biz bir gün ölüp gideceğiz, belki bizim gibi kuvvetli kimse gelmeyecektir. Bu durumda bunları, Ağrı Dağı’ndan aşağı indirme nolur demiş)” Bu dilek Tanrı tarafından kabul edilir ve mahluklar taşa dönüşerek Kültepe üzerinde sonsuza dek kalırlar. Bu gün günümüzde Kültepe üzerinde bulunan bu ilginç kayalar günümüze kadar hala masalsı hikayeleriyle ayakta kalmıştır.
AĞRI DAĞININ MESAJI : Gök yüzüne değen yer yüzü olarak adlandırılan Ağrı dağının Kendinizle asla böbürlenmeyin diye birde mesajı vardır.
Yörede asırlardan beri kulaktan kulağa, nesilden nesile aktarılan mesaj aynen şöyledir.
Sizler benim böyle sessiz ve sakin göründüğüme bakmayın sakın, her ne kadar büyük tufan sonrası Nuh’un gemisine güvenli bir liman olsamda, Nuh’un çocukları tarafından inşa edilen kadim bir şehri bile öfkeyle püskürttüğüm lavlarım altında bırakmışım, tıpkı Adem ile Havva’nın yaşadığı İrem bağları gibi.
Ayrıca Urartular, Medler, Huriler, Persler, ilhanlılar, Oğuzlar, Moğollar, Timurlar, Sakalar, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Selçuklular gibi nice uygarlıkların doğumunu ve yıkımını buğulu gözlerimle seyrederken, Emir Timur gibi yenilmez bir savaşçının ve Hülagü Han gibi hükümdarın son nefesine şahit olmuşluğum vardır bu topraklarda.
“Bu yüzden kendinizle asla böbürlenmeyin” böbürlenmeye yeltenen insanlar ise benim zirvem de milyarlarca yıldızlarla döşeli gökyüzüne baksınlar, onlar benim bile bu evrende sadece bir toz zerresinden ibaret olduğumu göreceklerdir.
- Bu yüzden onun dört bir yanında yaşayan insanlar asırlardan beri Ağrı’nın mesajını kendilerine birer şiar edindiği söylenir durur. Nesilden nesile, kulaktan kulağa.
-
NUHUN BEREKETLİ SOFRASI: Ağrı Dağı'yla ilgili bilinen efsanelerden biriside1404 yılında İspanyol elçisi Claviye'nin, Karakoyunlu Türkmenlerinden duyduğu ve yazıya aktardığı efsanedir. Efsaneye göre; büyük tufan sonrası Gemi Ağrı dağında karaya oturmuş ve sular çekilince, Gemidekiler dünyaya dağılmadan önce son erzak kalıntılarını çıkarıp, buğday, arpa, pirinç, nohut, mercimek, üzüm, ceviz, fıstık, incir, dut kurusu, pekmez ve balı karıştırarak son yemeği (aşure aşı) birlikte yemişler. Nuh Peygamber, yemek sonrası sofrasını Ağrı dağından Iğdır ovasına doğru silkeleyip döktüğünden o gün bu gündür Iğdır Ovası Nuhun bereketli sofrası diye anılmakta Ve dünyada yaşayan tüm canlıların buradan dünyaya yayıldığına inanmaktadırlar. Ve yörede anlatılan rivayetlere göre ovadaki şalağ türü bir çok meyve ve sebze tohumunun Hz nuh tarafından bu topraklara dikildiği inancı yaygındır.
MEŞE ORMANI: (Timurun aşk ormanı)
Ağrı dağının 3 bin metre yüksekliğinde bulunan bu gizemli orman hakkında yörede bir çok hikaye ve efsaneler anlatılmaktadır. Kimilerine göre bu ormanın Hz. Nuh tarafından gemiye tedbir olarak yüklenen binlerce tohumun bir kısmının gemi içerisinde kalarak kendiliğinden burada yeşerip geminin bulunduğu yerde bu ormanı oluşturduğu. Kimilerine göre at, koyun köpek gibi hayvanların burada evcilleştirildiği, Kimilerine görede binlerce yıllık bu tarihi orman yeşil kaldığı müddetçe dünyanın var olacağına inanılır gibi, rivayetler mevcuttur.
Bunlardan en çok bilinen ve anlatılanı ise Timur imparatorluğunun kurucusu Emir Timur’un bu tarihi ormanın hemen yanı başında bulunan Korhan kalesini eşkiyalardan arındırdıktan sonra kaleyi Saka Türklerinden hayranı olduğu Serra adında bir kadına teslim ettiği anlatılmaktadır. Bu gizemli Ormana girdiğinizde Serra’nın Timura olan aşkını ve ferahlığını hissedeceksiniz. Efsaneye göre bu ormanda Ağrı dağının derinliklerine giden bir mağaranın olduğu, Timurun serra hanıma bıraktığı hazinesiyle birlikte Serranın bu mağarada hala uyuduğuna inanılmaktadır.
AĞRI DAĞININ TEPESINE KIMSE ÇIKAMAZ INANCI :
Sırtının ağrı dağına yaslayan bu şehrin insanları Bu mağrur Dağın başına kimsenin çıkamayacağına inanırlar. Iğdırda Ağrı dağının zirvesinde Ak bir Devin tılsımı olduğu inancı yaygındır, yöre halkınca zirvesi bulutları perde perde delip gökyüzüne yükselen bu tılsımlı dağa çıkışlarla ilgili söylentiler şöyledir:
Ağrı Dağı’nın tepesine çıkmak isteyenler gündüz günlerce yol alırlar fakat tam zirveye yaklaştıkları sırada yorulurlar ve Biraz dinlenmek üzere uykuya dalarlar, Gözlerini açtıklarında kendilerini Ağrı’nın eteklerinde bulurlar.
AĞRI DAGINDAKI DEVELER:
İlk çağın en ehemmiyetli kervan yollarından birisi Ağrı Dağı geçitlerini aşar. O zaman korkunç eşkıya ve soyguncu çetesinden sakınmak üzere ancak Büyük ve Küçük Ağrı arasındaki kervan yolundan geçilirdi. Bir gün arap yarımadasından gelen kırk deve yüklü bir kervan iki Ağrı arasından geçerken fena bir susama hâsıl olur. Bütün kervan, kervancılar neredeyse susuzluktan helak olacaktır. Bu sırada önde su aramaya çıkan kervancı başı hiç su bulamaz, çaresiz kalır.
Ellerini Tanrı’ya kaldırarak:
-Ulu Tanrım: Sen bu iki dağ arasından bir pınar çıkar, develerim, adamlarım ve kendim doya doya içelim, sana bir deve kurban edeceğim der.
Ulu Tanrı kervancı başının dileğini kabul eder. Öyle bir pınar çıkarır ki, billur gibi sular şakırdayarak aşağıya iner. Bütün kervan ehli tadına doyum olmayan bu sudan kana kana içerler.
Kervancı başı suya doyduktan sonra verdiği sözü unutur. ”Ne gereği var. ” Diye kurban kesmez. Biraz sonra Tanrı gazaba gelir. Bir gürültü olur ki, bütün yer gök sallanır. Ağrı Dağı da sallanır. Develer, kervancılar, kervancı başı taş kesilirler oldukları yerde… Büyük ve Küçük Ağrı Dağları arasında kalırlar. Bu gün aynı yerde birer taş heykel olan aynı kervan ehli görülmektedir.
Oysa pınar halen akmakta, berrak suları şakırdayarak aşağı inmektedir. Derler ki o su bugünkü Süreyya çeşmesidir. Yörede bu çeşmenin suyundan içene veya içine girip yıkananlara sonsuz gençlik bahşedildiği ve hastaların hastalıklardan kurtulduğu inancı yaygındır.
AHURA PINARI GÜNÜMÜZ ADIYLA PRENSES SÜREYYA ÇEŞMESİ
Ağrı dağının zirvesinden çıkıp Cehennem vadisini geçerek Türkiye İran sınırını belirleyen bu kaynak suyu yöre halkınca efsunlu olarak kabul edilmektedir, efsaneye göre Ahura suyundan içene veya içine girip yıkananlara sonsuz gençlik ve güzellik bahşedildiğine inanılır. Bu kutsal suyun hastalıkları iyleştirdiğine inanıldığı gibi Türk Bengisu olarak da bilinmektedir, Iğdır ve çevresinde güzeller güzeli Prenses Süreyyanın güzlliğini bu sudan aldığı söylenir.
Ağrı dağının doruklarından akıp gelen bu kaynak suyu 1956 yılında İran Şahı, Rıza Pehlevi ve eşi Süreyya ile bölgeye yaptıkları bir ziyaret esnasında, Prenses Süreyya bu suyu çok sevmiş ve bunun üzerine Şah Rıza Pehlevi, güzel eşinin adını ölümsüzleştirmek için bu kaynak üzerine bir çeşme yaptırmış ve Süreyya Çeşmesi adını vererek Türkiye’ye hediye etmiştir.

HAYAT AĞACI :
Ağrı dağı eteklerinde yöre halkınca Hayat Ağacı, bezekli çalı gibi isimlerle anılırlar, yöre halkınca renkli çaput bezlerin bağlanarak dilekerin dilendiği bu ağaçlar dünyanın üç tabakasını temsil etmekle birlikte yaratanın “el-Hayat” sıfatınıda sembolize ederler, bu ağaçlara bağlanan mavi bezler gök yüzünü, yeşil bezler doğayı, sarı bezler evreni, ve kırmızı bezler ise sağlığı temsil etmektedir. yörede bu ağaçlar yeşil kaldığı müdetçe dünyanın var olacağına inanılır. Ağaç, dünya kültürlerinde doğurganlığın, ölümsüzlüğün, şansın, bereketin, sağlığın, hastalıktan kurtulmanın sembolüdür.

AĞRI DAĞININ RUHU    

    Doğu Anadolu bölgesindeki Aras dağları silsilesini geçtikten sonra yemyeşil bir ova karşılar sizleri, Nuh’un bereketli toprakları diğe anılan bu uçsuz ovayı gördüğünüzde önce bir boşluk sarmalar ve ileriye doğru baktığınızda göğü perde perde delip gökyüzüne doğru yürüyen yeryüzünü yani “Ağrı dağını” görürsünüz karşınızda. Tüm ihtişamıyla kol kanadını Iğdır ovasına açmış koruyucu bir ana gibi sanki sizleri gözetliyor bu dağ. Gözünüzle şöyle bir ovayı taradığınızda heybetli Ağrı Dağı’nın sessiz ve  buğulu bakan gözlerinin hep üzerinizde olduğunu hissedeceksiniz.  Geceyle gündüzü barıştıran bu dağ efsunludur, gözünüzü alamazsınız bu görüntüden.

      Bereket, ölümsüzlük ve cenneti simgeleyen bu dağın bir başka ruhu vardır, onun  hikâyesini anlamak için ona nereden baktığınızda çok önemli, Orta asya bozkırlarından Anadoluya yansıyan  inanışlarda olduğu gibi dağların birer ruh taşıdığı ve canlı birer varlık oldukları bilinmektedir.  Ağrı dağının gölgesinde kurulu bu şehrin insanlarıda bu dağı bir dağ gibi değil, duygularla yoğrulmuş, kişilik kazanmış birer varlık olarak görürler. zirvesi gökleri delip başı bulutlar içinde kaybolan bu dağı sanki tanrı ile konuşur  ve ilgi kurar gibi görürler. Dağın gölgesindeki insanlar bu dağı efsanelerle süslemiş, endamına şiirler, doruklarına türküler yakmışlardır. Yöre halkınca eteklerinde gezinen yağız atlarından tutun, taşlarına, ormanına, yaylasına ve hatta göllerinde yıkanan kuşlara kadar  masallar anlatılır destanlar dizilir bu dağa. Yöresel inanışa göre kurulmakta olan bir şehrin ilk yapısında bu dağdan alınan taşlar kullanılırsa o şehrin sonsuza kadar yaşayacağına inanırlar ve bu yüzden bu dağın dört bir yanında kurulu tüm evlerin temelinde bu dağa ait muhakkak bir taşın olduğunu görürsünüz.

    Ağrı dağı  bulutların arasından ulaştığı gökyüzü katmanlarından binlerce yıldır eteklerinde yerleşen farklı kültürleri buğulu gözleriyle izler durur,  Urartular, Medler, Huriler, Persler, ilhanlılar, Oğuzlar, Moğollar, Timurlar,  Sakalar, Arsaklılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Selçuklular gibi bir çok sayıda  uygarlıkların izlerini taşır bedeninde. Aynı zamanda Nuh’un gemisine güvenli bir liman olan bu dağ,  her yıl ruh’un ölümsüzlüğünü görmek isteyipte dünyanın dört bir yanından onu ziyarete gelen binlerce dağcıyıda bağrına basıp taç yapmıştır  kendi başına. Ve yine  dört bir yanında yaşayan insanlar çeşitli isimlerle seslenmişlerdir bu dağa, Eğri Dağ, Ararat, Ağrı, Masis yada Küh-u Nuh,  adı ne olursa olsun  sonuçta , kültürleri de birbirine bağlıyor.

TARİHİ KORHAN ORMANI: Ağrı Dağı Korhan yaylasında ülkemizin rakım olarak en yüksek (2200) ve en eski ormanı olarak bilinen bu orman Nuh Tufanı gibi birçok önemli mitoloji ve alışılmadık bir manzarasıylada gizem olarak kalmaya devam ediyor.  

   Binlerce bitkinin doğal olarak yetiştiği Korhan yaylası ve tarihi ormanının habitatı milyonlarca yıl önceye dayanmaktadır. Sisli bir atmosfere sahip bu ağaçlar ormana mistik bir hava ve farklı bir gizem katıyor. milyonlarca yıldır süren ağaç ailesinin son üyeleri konumunda olan  bu ağaçlar dünyadaki en tuhaf ve en eski ağaçların listesindeki bir yeri hak edebilir.

     Bu gizemli orman kimi zaman yaban hayvanlarının izlerini kaybettirmek için bir sığınak, kimi zaman Nuh’un gemisinden inenlere güvenli bir liman olmuştur. Yaban meyveleri ve çiçekleriylede bezeli gizem dolu bu orman el değmemiş dokusu ile sizde bir kayıp cenneti bulma hissi bile yaratabilir.

GİZEM DOLU BİR SERÜVEN: Her haliyle Nuh’un diktiği fidelerle yeşermiş gibi duran bu orman sizi adeta bir zaman tüneline bindirip tarihin derinliklerinde bir yolculuğa götürecektir.  Orman nesli tükenmekte olan kızıl akbabalarla kızıl tilkilere mekân olmuş bununla birlikte yüzlerce yaban hayvanına ve henüz ismi bile konulmamış ağaç ve bitki türlerinede ev sahipliği yapıyor.  Bazı kaynaklarda ve Yöre halkınca, büyük tufan sonrası Nuh’un gemisinin tamda bu noktada karaya oturduğu Ağrı dağının püskürttüğü lavlar sonucu geminin burada lavlar altında kaldığı ve Nuh tarafından gemiye tedbir olarak yüklenen binlerce tohumun bir kısmının gemi içerisinde kalarak kendiliğinden yeşerip bu ormanı oluşturduğu anlatılmaktadır. Ve yine bazı kaynaklarla birlikte anlatılan rivayetlerde Timurlenk ormanın hemen yanı başında bulunan korhan kalesini fethettikten  sonra kaleyi Saka Türklerinden hayranı olduğu Serra adında bir kadına teslim ettiği ve bu kadınla ormanın derinliklerinde iki günlük bir aşk yaşadığı anlatılmaktadır. Ormana girdiğinizde Serra’nın Timura olan aşkını ve ferahlığını hissedeceksiniz. Yöre halkı bu ormanda Ağrı dağının derinliklerine giden bir mağaranın olduğuna Timurun hazinesiyle birlikte Serranın bu mağarada hala uyuduğuna  inanmaktadır.  Doğa tutkunları,  yaban hayatını yakından izleme ve fotoğraf sevenler için sadece atlarla veyahut yaya olarak gezebileceğiniz ülkemizdeki doğal güzelliklerin en başında gelir.  Bu gizemli Ormanın bir diğer uzantısı ise Küçük Ağrı dağı eteklerinde devam ederken (Huş ormanı) çok büyük olduğu ve toplamda iki ülkenin sınırına yayıldığı için tamamını gezmek biraz zor, ama ayıracağınız zamana göre bir günde yaklaşık % birini keşfetmeniz mümkün. Ormana yakın mesafede bulunan dünyanın ikinci büyük meteor çukuru, Korhan kalesi, Ahura kaya mezarlıkları, cehennem vadisi ve Ağrı dağının yeşil Iğdır ovasıyla birleştiği yer olarak bilinen Kültepe de çok dikkat çekicidir. El değmemiş bu tarihi orman turizme açılmayı bekliyor.

 

ÇIKIŞ ROTALARI:  Ormana çıkmak için Kültepe ve Suveren rotalarını kullanabilirsiniz, Iğdır merkezden Ağrı dağı Korhan yaylasına ilerledikçe aşiret köyleri ve güney kafkasya kültürünün en derin yaşatıldığı köylerde rengârenk giyinmiş gözleri parlayan mutlu insanlar sizlere selam verecektir. Kültepe rotasından Ağrı dağına doğru ilerledikçe Ağrı dağının yeşil Iğdır ovasına püskürttüğü lavlar çöl ve vahayı bir arada sunacaktır sizlere.  Özellikle ilkbahar aylarında rengârenk gelincik, papatya, kekik, nane, sümbül gibi sayısız çiçek tarlalarının yanısıra tavşan, kaplunbağa, kızıl tilki, kirpi bukalemun ve ur kekliği gibi birçok kuş türleride sizlere eşlik edecektir. Nuh’un gemisine ait izler, Urartular, İlhanlılar ve Oğuzlardan kalma kale kalıntıları ayrıca yontma taş devrinden kalma mağaralarıda görmeniz mümkündür. Yine anlatılan bir başka rivayete göre Nuh’un gemisinin Kültepe Rus bucağı  mevkide dağla ovanın birleştiği noktada karaya oturduğuna inanılmaktadır. Meydana gelen büyük bir yangınla geminin yanarak küle dönüştüğü ve buranın Kültepe ismininde bu küllerden aldığı rivayet edilmektedir.   Coşkun Oluz Araştırmacı yazar

  

KAYNAKLARLA NUH’ UN GEMİSİ VE AĞRIDAĞI: Tarih boyunca Ağrı Dağı’nı, Oğuzlar “Arkuri” (Arkadaki Dağ), Marko Polo(1290 yılında bölgeden geçerken) “Akdağ”, Katip Çelebi (Ünlü eseri Cihannüma’da) “Kül-i Argı”, Evliya Çelebi (Ünlü eseri Seyahatname’de) “Kül-i Argı”, Batılılar “Ararat”, İranlılar “Küh-i Nuh”, Ermeniler “Masis Dağı” olarak adlandırmışlardır.

     Tarihte bir çok gezginin seyahatnemesindede ve kutsal kitaplarda adı geçen Ağrı dağı Evliya Çelebi’nin seyehatnamesinde  bu dağ için “Türkmen yaylağı”, Venedikli tüccar Marco Polo’nun “hiçbir zaman çıkılmayacak bir dağ”, Cardin’in Seyehatnamesinde “Nuh Peygamberin tufandan sonra buradan dünyaya yayıldığı dağ” ve  27 Eylül 1829 tarihinde Ağrı Dağı’na çıkarak, “Ağrı Dağı fatihi” unvanını alan bilimsel dağcılığın kurucusu ve doğa bilimci Dr.Friedrich W. Parrot Ağrı dağına yolculuk kitabında “1840’ta yaşanan coğrafi felaket nedeniyle tarihi Ahura köyünün Ağrı dağından kayan dev toprak kayaç parçalarının altında kaldığından bahsetmiştir.

    İspanya kralı tarafından Timur'a gönderilen elçi Ruy Gonzelez De Clavijo, 1404 yılı Mayıs ayında gördüğü Iğdır  ve Ağrı Dağı'nı şöyle anlatmaktadır.  “Yolda pek çok şehir harabelerine, büyük taşlardan inşa olunmuş evlere rastladıklarını, büyük tufandan sonra ilk inşa olunan şehrin Surmari (Sürmeli) olduğunu,  31 Mayıs 1404 cumartesi  günü İğdır'dan yola çıkarak, Nuh'un Gemisi' nin durduğu dağa vardıklarını, yolda, bir kayalık üzerinde kurulmuş kaleye rastladıklarını,  kalenin Hazreti Nuh tarafından yapılan geminin tam durduğu yerde olduğunu, Ağrı Dağı'nın hemen kuzey tarafında bulunan bu kalenin tüm bölgeye hâkim ve isminin İğdır olduğunu,  kalenin sahibesinin dul bir kadın ve Timur'a vergi veridiğini,  , ayrıca tepeler üzerinde bir şehir harabesi gördüklerini ve bu harabelerin  Hz.Nuh'un Oğulları tarafından inşa edilen bir şehir    kalıntısı olduğundan bahsetmektedir.

    Dört kutsal kitaptan birisi olan "Tevrat’ın Yaratılış bölümü'nde ise aynen şöyle geçmektedir.  Ve gemi  yedinci ayın on yedinci gününde, Ararat  dağı üzerinde oturdu (Tekvin, Bap kutsal kitabımız olan Kuran-ı kerimde ise tufan sonrası  Hazreti Nuh'un da bir duası var,  Bu dua 'Ya Rabbi beni bereketli topraklara indir.  sen konuk edenlerin en hayırlısısın” (Muminun suresi 29 ayet)



TURİZM YÖNÜNDEN IĞDIR AĞRI DAĞI:

Kutsal kitaplarda tufandan sonra nuh’un gemisinin karaya oturduğu yer olarak bilinen Iğdır Ağrı Dağı bir çok dinin çıkış merkezi olarak anılmaktadır. Ağrı Dağı yalnızca dağcıların kutsal mabedi değil, inananların da Hac yeri olarak ziyaret ettiği bir dağdır. Kutsal kitaplar Ağrı Dağı’nın adını Nuh Tufanı ile anarlar. Bu efsane -Nuh Efsanesi- ilk Musa Peygamber’in yazdığı Tevrat’da geçer: “Ve gemi yedinci ayda, ayın onyedinci gününde Ararat Dağları üzerine oturdu.” Türkiye’nin Çatısı olarakta adlandırılan Ağrı Dağı. Yedi ülke toprağının sınırlarının birleştiği bir düğüm noktasıdır. Açık havalarda buz kristalinden takkesinden dünyanın 400 kilometre çaplı bir toprağı yani Türkiye, Ermenistan, İran, Nahçıvan, Azerbaycan, Gürcistan, Kafkasya görülebilir.


DAĞCILIK VE DOĞA SPORLARI:
Nuh'un gemisinin bulunduğu iddia edilen Ağrı Dağı 5165 metre zirvesi ile Türkiye ve Dünyada en büyük (Dağ) konumundadır. Üstündeki eksik olmayan karı ile yabancı turistlerin ilgi odağı haline gelen Ağrı Dağı Dağcılık ve yürüyüş sporları için ideal bir yerdir. 2003 yılında kısmen de olsa turizme açılan Ağrı Dağına binlerce yerli ve yabancı turist tırmanış gerçekleştirmiştir. 2003 yılında yöremiz herkese kapısını açmış bir Ağrı Dağının hayaliyle yaşamaktadır. Çünkü yabancı ülkelerden gelen taleplerin fazlalığı ülkemiz ve yöremiz turizmi açısından büyük önem arzetmektedir. Iğdır Valiliği tarafından ığdır il merkezine 14 km ozaklıkta bulunan Pamuk Dağı Kayak Tesisleri Projesine 2010 yılında başlanmış olup 2012 de bitirilmesi düşünülmektedir. Kayak Merkezi Projesi ve buna mütakip Havalanı bitirildiği taktirde Nahçivan, Tahran, Tebriz, Erivan, Tiflis, Bakü, gibi bir çok önemli şehre yakınlığıyla bilinen ığdır bölgenin turizm ve doğa sporları merkezi olma yolunda ilerleyecektir.

 
IĞDIR AĞRI DAĞI ROTALARI

1-ığdır Korhan ( BABEK ) Rotası
2- ığdır küp gölü (A. KARACA) Rotası
3- Melekli Kültepe Nuh  Rotası


KAMP YERLERİ VE DAĞ EVİ
1- Korhan Yaylası dağ evi (Doruk ERDENER Kampı) 2- Cube Lake (M. Metin Ozen) Camp Mountain House in 3476 m



TIRMANILAN ROTA :
 Korhan yaylası (D. ERDENER kampı1950 m.), Karakolun güneyindeki yamaçta yer alan ve su deposunun altından başlayan patika (bu patikadan aynı zamanda su deposuna Kum Düzünden su isale edilen boru hattıda geçmektedir) takip edilerek Kum Düzüne ulaşıılır. Kum Düzü (3380 m.). Kum Düzünün Güneydoğusunda yer alan ve yaklaşık Kuzey- Güney uzanımlı Yusufbey Sırtı takip edilerek 1. kamp yerine varılır. (M. Metin ÖZEN Kampı )3476 m) 1. Kamp- Yusufbey Sırtı (3680 m.). 1. Kampın Güneyinde yer alan ve yaklaşık Kuzeybatı- Güneydoğu uzanımlı sırt takiben 2. Kamp yerine. 2. Kamp (4180 m.). 2. Kamp yerinden itibaren muhtemel rota; Kamp yerinden itibaren Güneydoğuya uzanan sırt takip edilerek veya yan geçilerek buzula girilir, buzulun eğimine bağlı olarak genelde önce güneydoğu istikametinde, sonra güneybatı istikametinde hareketle 1. platoya ulaşılır. Buradan yine güneydoğu yönlü hareketle 2. platoya çıkılınca hemen güneydoğuda görülen zirveye çıkmak mümkün olabilir.



 
ÇIKIŞLA İLGİLİ BİLGİLER
Yük taşıyıcı at için: 3200 Metreye kadar: Gidiş-Dönüş=150.00 YTL (At başı) 3700 Metreye kadar: Gidiş-Dönüş= 200.00 YTL (At başı) Korhan Yaylasına kadar : Minibüs seferi = 60.00 YTL (Servis başına) irtibat için il temsilciliği İRTİBAT:
GSİM: (0476) 227 7991


ÖNEMLİ TELEFONLAR:

İl Jandarma Kom.: 0467 227 64 15- 227 64 48 Korhan Jandarma Karakolu: 0476 411 31 88 TDF. İl Tem : C. OLuz


AĞRI DAĞI GPS KOORDİNATLARI
1- Kum düzü ( 3360m ) - 38 S MK- 37513- 00413 2- Yusuf Bey Sırtı Girişi (3400m.) 38 S MJ - 38040 -99580 3- 1.Kamp (3705m) 38 S MJ - 38328 - 98664 4- Sırt Hattı 1) 38240 -98140 2) 38520 -97980 3) 38460 -97920 5- 2.Kamp ( 4240m) 38 S MJ - 38891-97552 6- Buzul Hattı 38 S MJ 4310m. - 39160 -97480 4470m. - 39100 -96920 4620m. - 39360 -96640 4785m. - 39160 -96120 7- İnönü Platosu (5040m.) 38 S MJ 39600 95480 8- 3.Kamp ( 5020 m.) 38 S MJ 39610 - 95458 AGRI DAĞI ZİRVE (5137m.) 38 S MJ - 39860 – 95060





BÜYÜK AĞRI DAĞI
Büyük   ve   Küçük     Ağrı  dağları;   Türkiye,  İran  ve  Nahcivan   devlet  sınırlarının   birleştiği  bir  noktada yer alır. Küçük Ağrı doğuda,  Büyük   Ağrı   Dağı   batıdadır.   Her   ikisine   birden  Ağrılar denir. Doğubayazıt ovasının  kuzeyinde,  ilçe   merkezine   15 km.  uzaklıktadır.   Ana  kütleyi Büyük     Ağrı  oluşturmaktadır.  Her ikisinin  yamaçlarında  oluşmuş pek çok parazit koniler vardır.
Türkiye’ nin en büyük dağı olan Büyük Ağrı dağı (5.137 m.) solmuş volka- nik bir yanardağdır.  Ağrı Dağı, Aras güneyi dağının ucu ile bağlantılıdır. Ağrı dağı ile bu sıra dağı birbirinden Pamuk Gediği ayırmaktadır ki, Doğu bayazıt- Iğdır karayolu buradan geçer.
Ağrı  dağının   kuzey  batısındaki   Iğdır  ovasından  yüksekliği   4.500  m.. güneyindeki  Doğubayazıt  düzlüğünden nisbi yüksekliği 3.400 m.’ dir. Bu fark Iğdır ovasının çukurda oluşundandır.
Ağrı dağı,  küçük tepeler teşkil etmeden,  birbirine  tek  başına  yükselerek dünya  volkanlarının  en  görkemlisi  olmuştur . Dağın  zirvesinde  kar  ve buzlarla  kaplı  bir  krater  vardır.  Bundan  örtülü  dağın  tepesi  yaz - kış devamlı karla kaplı olarak beyaz görünür. Büyük  Ağrı’nın  üzerini  bulut örter ve tepe tarafına yazın dahi kar ve yağmur yağar.
Ağrı Dağı  yaklaşık   17  km.  yarı  çapında  bir  taban üzerine oturmuştur. 1.188   km.2  yer kaplamaktadır.  Çevresi  128 km. dir. Dağın tepe tarafı üç çataldır  ve  en  yüksekliği Iğdır’ a  bakandır .  Kar  sınırı     4.000  -  4.500 metreden başlayan dağ, geniş bir alana egemen olduğu için, Karaköse’ nin bir   çok   yerinden,   Iğdır   ilinin  ve   Nahçıvan’ ın  her  tarafından,  Van, Erzurum, Kars,  Ermenistan  ve  İran’ ın  yüksek  yerlerinden  görülebilir. Bu dev kütlenin yakından görünüşü heybetli ve etkileyicidir.
Dağ bir sünger  gibi  kendi suyunu kendi içine çekerek emer. Dağın emdiği suların  bir  kısmı  Serdarbulak,  Yakup,  Örtülü  ve  Topçatan   kaynakları ile dışarı çıkar. Ancak yarık bulamayan kar suları dağın  eteklerine  doğru akar.   Dağ  eteklerine  yaylaya çıkan göçebeler, dağda çok sayıda bulunan evcil ve yabani hayvan bu sulardan faydalanır.
Ülke turizmi yönünden büyük bir öneme sahip olan Ağrı dağı: Her zaman karlı,  her  zaman  dumanlı... Onun  başı  hep  göklerde... Büyüleyici beyaz zirvesi  sonsuza  asılmış  bir  bulut  gibi ve yeryüzünden tamamen kopmuş görünen efsane dağ Ağrı, türkülere sinmiş, aşıklara ilham kaynağı olmuş...
Büyük   Ağrı’ nın  kuzey  yamacında  ve  4.000 m.  yükseklikte  Küp  Gölü adında bir karakter göl vardır. 
Dağın zirvesinde Ağustos ayında bile ısı –6 dereceden aşağı düşmez. Yaz mevsiminin  sıcak  günlerinde  normal  ısı  0’ ın  altında -6*,-10* arasında olur. Yaylası bol, otlaklarının her mevsimde otları  görünür.  Ağrı dağının yamaçlarında  ağaçsı  bitki  örtüsünün  çok  seyrek  olduğu  dikkati  çeker. Bazı kesimlerde bodur huş ağaçlarına ve ardıç çalılıklarına rastlanır.
Kışın D. Bayazıt ovasına karla örtülü olduğu halde,  Ağrı  dağının  güney doğu,  güney  ve güneybatı yamaçlarında kar tutmayan pek çok yer vardır. Kışın  buradan  “kışlak”  olarak  kullanılıp  koyun  otlatılır. Bilhassa inek vadisindeki mağaralar, yüzlerce koyunu barındırabilecek genişliktedir.
Tarihi  belgeler ,  Dede  Korkut  Hikayeleri  ile  İstahri ve Mukaddesi gibi Arap  yazarlarının  verdikleri   bilgilere   göre,   önceki   yüzyıllarda   Ağrı yamaçlarının  ormanlarla  örtülü  olduğu  anlaşılmaktadır .  Günümüzde iyice  çıplak  bir  durum  kazanan  Ağrı  Dağının etekleri, çevresine tespih taneleri  gibi dizilen köylerde çok sayıda beslenen hayvanlara aşırı otlama yüzünden  iyice  çoraklaşmakta,  hatta  erozyon  baş göstermektedir. Hafif bir rüzgarda Örtülü,  Çiftlik,  Türkmen ve Gölyüzü köyleri çevresinde kumırtınası başlamaktadır.
 KÜÇÜK AĞRI DAĞI
Ağrı  Dağının  volkanik  kütlesi temelde birdir, sonradan iki büyük koniye ayrılır. İşte bu konilerden doğudakine Küçük Ağrı dağı adı verilir.
Büyük  Ağrı’ nın  hemen yanı başında yükselen  Küçük Ağrı Dağı, oluş ve yapı bakımından Büyük Ağrı’ ya benzer. Bu diğerinin tersine sivridir, tam bir  konik  çadır  şeklindedir.  Küçük   Ağrı  daha  sivri, büsbütün susuz ve çıplaktır.  Her  iki  volkan  dağın  doruk  çevresinde  dört yana doğru derin sarp yamaçlı ve dar vadiler uzanır.
2.500   metreye  kadar  ortak  bir  taban  üzerinde yükselen iki koniyi, yani Büyük   Ağrı ile Küçük   Ağrı dağını  14 km.  uzunluğundaki  Serdarbulak geçidi ( 2.687 m. ) ayırmaktadır.  Bu iki dağın arası kısa ağaçlarla kaplıdır. Küçük Ağrı’ nın karı yaz ortamında tümüyle kalkar.
Küçük   Ağrı’ nın  tam  tepesinde kraterin ağzında göl halinde su birikirse de,  bu  çukurluğun  suları  yazın  kurur.  Yamaçlar  diktir,  fakat çoklukla kayalık değildir


3 - KÜP GÖLÜ

Ağrı Dağı'nın kuzey batı yamacında deniz seviyesinden 3 bin 500 metre yükseklikteki Küp krater gölü, sanki bir masal dünyasından fırlamışçasına, tüm heybetiyle görenleri kendine hayran bırakıyor. Ağrı dağının zirvesinde mas mavi  bir göz gibi parlayan bu göl Ağrı dağının buzul sularının volkanik bir krater çukuruna birikmesi sonucu oluşmuştur. 

Küp gölü Zengin florası, muazzam doğası ve keşfedilmemiş doğal güzelliklerinin yanısıra kartal, şahin, atmaca, doğan gibi yırtıcı kuşlara ev sahipliği yapıyor. İlkbaharda rengârenk açan çiçekleri ile hem fotoğrafçılar hem de doğaseverlerin yeni keşfettikleri yerler arasında.

 

4 - KORHAN KALESİ (IĞDIR KALESİ)

Dede Korkut Oğuznameleri'nde Şatık Kalesi olarak geçen ve 1064 yılında Melikşah tarafından romalılardan(bizans) alınan kalenin burası olduğu sanılmaktadır

(Kırgızoğlu, Anı şehri Tarihi, s. 3I)

Aslında kale Ağrı Dağı´nın savunmaya elverişli sarp kayalarında kervan ticaretini kontrol altında tutmak için Oğuz Türkleri tarafından kurulmuştur.

Iğdır şehir merkezinin 36 km. doğusunda, Ağrı Dağı'nın kuzey yamacında bölgeye hâkim bir tepe üzerinde yer almaktadır.

Kale Türk hakimiyetine girdiği 1064'ten sonra "Iğdır Korganı" olarak anılmaya başlanmıştır.

Ahbar Üt-Devlet İs-Selçukii de kalenin fethi şöyle anlatılır:

"Nizamül-mülk yanında olduğu halde Melikşah, elindeki ordu kolu ile Nahçıvan'ın batı komşusu Sürmeli Çukuru'na, Ağrı Dağlan kuzeyine girdiler. Sultanın oğlu Sultan Celalüd-Devle Melikşah ilerleyerek bir kalaya ( İğdır) hücum ettiler ki, orada Rumların okçuları bulunuyorlardı. Bunlar, Müslüman askerlerden birçoğunu öldürdüler. Sonra, Nizamül-mülk ve Horasan Amidi, atlarından indiler, piyade oldular; Sultan Melikşah, bir ok atarak kalenin emirini boynundan vurdu. Kâfirler kendilerini taşlarla müdafaa ettiler. Nihayet yüksek bir tepeye doğru gittiler; kaçtılar, dağların tepelerine tırmanıp çıktılar. İslam askeri galip gelip, kalanların hepsini kılıçtan geçirdiler, Hiçbirini bırakmadılar".

''Buna müteakip Melikşah Sürmari denilen kaleye gitti. Bu kalede akarsular ve bostanlar vardı, bunu fethetti. Bunun yakınında bir kale daha vardı. Melikşah bunu da fethedip, sonra harap etmek istediyse de, vezir Nizamülmülk; müslümanlar için bu muhkem bir kale, sağlam bir üsttür ve huduttur diyerek, bundan men etti".

Bu kale fetihle Selçuklu Devleti'ne bağlı Surmari (Sürmeli) Emirliği sınırları içinde kaldı. Buradaki Sürmeli çukuru Osmanlı tarihi geleneğinde Osmanlılar'ın dayandığı Kayı aşiretinin Anadolu'ya girip yerleştiği ilk yer olarak geçer.

Moğol istilasından sonra Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alâeddin Keykubad, Kemaleddin Kamyar'ı Aras boylarını yeniden fethetmek üzere görevlendirdi. Kemaleddin Kamyar, bu arada Doğu Anadolu'nun birçok yeriyle birlikte Iğdır'ın da bir kenarında bulunduğu Sürmeli Çukur'u Anadolu Selçuklu topraklarına kattı (1232).

Büyük Ağrı Dağının kuzey yamacında 2120 rakımlı Kara kaya tepesi üzerinde oturan çift kademeli sur beden duvarları kesme taştan yapılmıştır. Büyük bir kısmı defineciler tarafından 2006 yılında kepçe ile yıkılmış olan kale sur duvarlarının kuzey bölümünde bir burç ve güneybatı kesiminde 2. kademe sur duvar kalıntıları bulunmaktadır. Kale içinde merdivenle inilen su sarnıcı bulunmakta olup içi taş ile doldurulmuştur.

  KORHAN KİLİSESİ

Korhan Kilisesi, Korhan kalesinin batısında Iğdır ovasından Korhan yaylasına ulaşan yolun bitimindeki düzlükte yolun sağ tarafında yeralan bu kilise kalıntısının formu yonca yaprağı şeklindedir. Üst örtüsü tamamen yıkılmıştır. Ayakta duran beden duvarları sarımsı kesme taş orta çağ tekniği ile kaplamadır.


AĞRI DAĞI HAKKINDA ANLATILAN EFSANELER VE MİTOLOJİLER

Ağrı Dağı Efsaneleri

Eğer bir mekân kutsal ise, insan muhayyilesi o mekânla ilgili hayal kurmağa başlar, ister istemez efsaneler devreye girer

Efsaneler insanlardan toprağa bağlılık, aşka ve sevgiye inanç istemektedir.  Vatanı sevmek, onun her bir köşesiyle ilgi kurmak, bu topraklara saygılı olmak, onu korumak ve yaşatmak gibi keyfiyetler istemektedir.

Efsanelerin kahramanları olan insanlar hayatta donup kalarak taşlaşmaya, gözyaşlarından pınar yaratmaya, yuvarlanıp kopan kayanın altında kalmaya hazırdırlar.  Yeter ki düşman eline düşmesinler.  Bazen kahramanlığın zirvesindeki kişi efsanevi şahsiyet mağlup olabileceği anda Allah’tan kendisini taşa döndürmesini ister ve öyle de olur.  BÖYLELİKLE YANİ TAŞA DÖNMEKLE VATANIN BİR PARÇASI OLUR ve EBEDİLEŞİR

 

 

Yılanlar ve Kartallar:

Derler ki Küçük Ağrı’nın yılanları, Büyük Ağrı’nın kartallarını tepeye hâkimiyeti yüzünden bir türlü Büyük Ağrı’ya çıkamazlar ve Büyük Ağrı tepesine hep hasret çekerlermiş. Bu hâkimiyeti hazmedemeyen yılanlar, tepedeki kartallara haber gönderip Büyük Ağrı’ya çıkmak istediklerini bildirmişler. Kartallar buna izin vermeyeceklerini bildirmişler. Bu cevabı beğenmeyen yılanların şahı Şahmeran kartalların şahına, ya savaş ya izin taleplerine ısrar edince her iki taraf  da savaşı kabul etmişlerdir. Bunu üzerine kartallar ovaya inmeyi kabul etmişlerdir. 93 harbinde yılanlarla kartalların Iğdır Ovası Karasu civarında, Taşburun nahiyesi (Dize-Cennetabat-Kerimbeyli) düzlüğünde haftalarca aylarca çarpıştıklarını yaşlılar anlatmaktadır. Neticede yılanlar mağlup ve perişan;  kartallar galip ve muzaffer olmuşlardır. Zaferlerin gururuyla kartallar Büyük Ağrı Dağı’na havalandılar, yılanlar da eski yuvaları olan Küçük Ağrı Dağına sürünerek yerleştiler.

Mağlup olan yılanların şahı, kartalların şahına şu bedduada bulunmuş:

-Allah’ım, biz yılanları Büyük Ağrı’ya hasret kılan şu kartalların şahını,

<<Ağrı Dağı’nın tepesinde kabz-ı ruh edip dondurarak, ibret-i âlem edesin. >>

Kartalların şahı da yılanların şahı için;

<<Allah’ım şu yılanların mekânını öyle yapayalnız bırak ki ben-i âdem olanların olduğu yere ayak basmasın. >> demiş. İkisinin de bedduası kabul olmuş. O gün bugündür, Ağrı Dağı’nın tepesindeki kartal, tepeye hakim şekliyle yaz-kış Büyük Ağrı’yı kollamaktadır. Bu gün kardan ve buzlardan oluşan tepedeki kartal o kartaldır.

Yine o gün bugündür Küçük Ağrı’nın tepesinde sadece yılan, çayan ve akrep vardır.  Bu yüzden de Ben-i Âdem Küçük Ağrı Dağı’nın tepesine pek uğramaz olmuştur.

 

 

Yakup Peygamber Türbesi:
Büyük Ağrı Dağı koynunda Yakup Peygamber’in türbesi vardır. Buraya her yıl Temmuz, Ağustos ayında ziyaretçiler gelir, kurban keser, adak adarlar. Namaz kılar, ibadet ederlermiş.
Vaktiyle oğlu Yusuf’a kavuşan Yakup Peygamber, o ömrünün son çağlarında Hz. Nuh’un Dağı’na gitmek ister. Kervanlar düzenlenir, yola çıkarlar. Hz. Yakup çok ihtiyar olduğundan oğlu Yusuf ve Bünyamin’i yanına çağırır:”Atanızın ve insanlığın ikinci defa ilk ayak bastığı AĞRI DAĞI’ na gidiyorum. Bu son arzumdur, burada öleceğim.  Beni Ağrı Dağı’na gömün” diye vasiyet eder.
Yakup Peygamber’in kervanı Kenan ilinden ayrılır, günlerce yol aldıktan sonra çok güzel, Tanrı’nın bütün verimi esirgemediği SÜRMELİ ÇUKURU’na varır. Çok hoşlanır buradan, atası Nuh’un ilk ayak bastığı bu yerin kutsallığına inanarak Ağrı Dağı’na çıkar. İyice ziyaret eder. Yazın sıcak günlerinde bir ay Ağrı Dağı’nda kalır. Bir gün hastalanır, ölür ve vasiyeti yerine getirilerek Ağrı Dağının yamacına gömülür.
Şimdi Ağrı Dağı’nın kucağında karnıyarık büyük bir Yakup Vadisi vardır. Mezarı buradadır.  Gayrimüslimler Hac ziyareti için buraya gelirler.
1840 Ahura (Arkuri) zelzelesinden önce burada bir Yakup Manastırı vardı. İçinde keşişleri dahi bulunmaktaydı. Dünya’nın sayılı yerlerinden ziyaretçileri gelir. 20 Haziran 1840 zelzelesinden birkaç gün önce Ağrı Dağı’ndan acayip sesler, yeraltından gürültüler gelmeye başladı. Gün geçtikçe şiddetlenen bu korkunç sese halk: “AĞRI kızdı, gazaba geldi. ” Demeye başladılar. Bir gece Büyük Ağrı, kuzey (Sürmeli Çukuru) inindeki yamacından patladı. 1600 nüfuslu Arkuri kasabası ve yakın köyleri lavlar altında kaldığı gibi Yakup Manastırı da toprak ve taşlar altında yok oldu.  Bugün buraya gelen turistler köy ve Mezarlık kalıntılarını görmektedirler.

 

 Neşeli Keçi:
Nuh Peygamber, tufandan sonra hayvanları ile Ağrı Dağı eteklerinde yaşamaya başlar.  Karınlarını doyurmak üzere civarda dolaşan hayvanlardan keçinin bir gün olağanüstü neşeli döndüğünü görür.  Bu hal günlerce devam edince Nuh Peygamber keçisinin peşinden giderek, bu durumun yediği bir meyveden kaynaklandığını keşfeder.  Kendisi de bu meyveyi çok beğenir ve hayatı pespembe gösteren üzüm suyunun müptelası olur.  Nuh Peygamberi mutlu gören şeytan, onun neşesini kıskanarak, alevli nefesi ile asmaları kurutur.  Nuh Peygamber üzüntüsünden yataklara düşünce, efsane bu ya, şeytan insafa gelip, bu meyveyi yeniden canlandırmak için ne yapılması gerektiğini söyler.  Eğer meyvenin kökü açılır ve hayvanlardan yedisinin kanı ile sulanırsa, asma canlanacaktır.  Aslan, kaplan, köpek, horoz, saksağan ve tilkiden oluşan kurbanlar seçilip, üzüm, kanları ile sulanır ve bir yıl sonra bitki tekrar canlanır, yaprak ve meyve vermeye başlar.  Şarapla sarhoş olan kimselerin davranışları incelendiğinde, bu yedi hayvanın karakterini taşıyan haller görülür.  Kâh aslan gibi cesur, kâh kaplan gibi yırtıcı, ayı gibi kuvvetli, köpek kadar kavgacı, tilki gibi kurnaz, saksağan gibi geveze olurlar.

 

 

Büyük ve Küçük Bacı:
Çok eski zamanlarda Sürmeli Çukuru uçsuz bucaksız düzlükler halindeymiş..  Ağrı Dağı’nın yerinde büyük bir orman ve göz alabildiğince boşluğun içindeki bir köyde yaşayan iki kız kardeş varmış. Günlerden bir gün iki bacı el ele vererek evlerine odun getirmek üzere ormana giderler. Bir kaç günde vardıkları bu ormanda çörden çöpten toplayıp birer yük hazırlarlar. Sıra sırtlarına almaya gelince büyük bacı:

-Bacı bacı kurban olam, N ‘olur gel sırtıma bu yükü kaldır.

Küçük bacı kaldırmaz. Üstelik te:

-Canın çıksın kendin kaldır. Senin hizmetçin değilim ki. Kocaya varmak olsa öne atılırsın, çöp sırtlamağa gelince bana mı havale edersin?

Büyük bacı gene yalvarır, yakarır, olmaz. Çaresiz kalır. Şöyle der:

-Gel ben senin sırtına kaldırayım.

Küçük bacı buna razı olmadı. Aralarında bir kavga başlar. Tutarlar birbirlerinin saçlarından. … Büyük küçüğü devirir, yerde yuvarlanrılar. Derken ikisi de kan ter içinde kalırlar. Elleri, ayakları hatta bütün vücutları hareketsiz kalır. fakat dilleri yorulmaz bir birlerine beddualar ederler.

Küçük bacı büyük bacıya:

-Allah seni öyle bir dağ etsin ki, yaz, kış başından kar eksik olmasın.

Büyük bacı ise

-Sen de öyle bir dağ olasın ki, başından yılanlar, çayanlar hiç  eksik olmasın.

Ulu Tanrı bunların beddualarını duyar.  O gün bu gündür, Büyük bacı “Büyük Ağrı Dağı olur, başından yaz kış kar eksik olmaz”. Küçük bacı da “Küçük Ağrı Dağı olur ki, tepesinden yılanlar hiç eksik olmaz. eksik olmaz.

 

Ağrı Dağı Efsanesinin Kısa Özeti (Yaşar Kemal)

Efsaneye göre Ağrıdağı’nda yaşayan Ahmet’in evinin önünde, çok güzel, zengin ve önemli birine ait olduğu anlaşılan bir at bulunur. Ağrıdağı geleneğine göre bu at, kapısına geldiği için, Ahmet’in hakkıdır. At, Ahmet’in evinin önüne şans eseri gelmediğinden emin olunması için üç kez serbest bırakılır, fakat üç kez de Ahmet’in yanına döndüğü için ona ait olduğu kabul edilir.

Daha sonra, atın bölgedeki Osmanlı Paşası Mahmut Paşa’ya ait olduğu anlaşılır. Mahmut Paşa geleneğe karşı gelerek atını geri ister. İsteği reddedilince Ahmet’in köyünü yakar ve onu zindana atar. İlerleyen bölümlerde atı kendisine teslim edilse de, Ahmet’i ve ona yardım edenleri öldürmekte kararlıdır.

Ancak bu sırada, zindandaki Ahmet ile Mahmut Paşa’nın kızı Gülbahar arasında bir ilişki başlar. Gülbahar, kendisine aşık olan zindancıbaşı Memo’ya saçından bir tel verme karşılığında Ahmet’i kaçırır. Durumu haber alan Mahmut Han, Memo’yu öldürür. Mahmut Paşa, sonrasında Gülbahar’ı da zindana attırır, fakat Ahmet önderliğindeki halk sarayı basarak onu kurtarır.

Ahmet ve Gülbahar, onurlu ve geleneklere saygılı bir Bey olan Hoşap Beyi’nin yanına sığınır. Hoşap Beyi, Mahmut Han’a ne isterse vereceğini, her türlü masrafı karşılayacağını, ama Ahmet ve Gülbahar’ı teslim edemeyeceğini bildirir, misafirlerinin evlenmesine izin verilmesini ister. Bir süre Hoşap Kalesi‘ne saldırmayı düşünen Mahmut Paşa, daha sonra Ahmet’in Ağrıdağı’nın tepesine tırmanmasını istediğini, bu görevi başarabilirse onu kızıyla evlendireceğini söyler.

Ahmet görevi kabul eder ve onu izlemek isteyen halk akın akın Mahmut Paşa’nın sarayının çevresine toplanır. Uçsuz bucaksız kalabalığın, Ahmet’in başarısız olması durumunda sarayını yerle bir edip kendisini öldüreceğini anlayan Mahmut Paşa, sonunda halkın isteğine boyun eğip Ahmet’in geri çağrılmasını söyler. Ancak, buna gerek kalmaz, çünkü Ahmet dağa tırmanışının dördüncü gününde zirveden bir ateş yakarak görevini başarıyla tamamlar.

Fakat, Ahmet Gülbahar’ın kendisini kurtarmak için Memo’nun hayatını feda ettiğini anlamış ve Gülbahar’a zindancıbaşı Memo’nun kendisini nasıl serbest bıraktığını sorar. Gülbahar olanları anlatır. Ahmet bunu gururuna yediremez. Gülbahar’ın bütün yalvarmaları fayda etmez. Ahmet, Küp Gölü’nün sularında kaybolup gider. Küp Gölünün oradan geçenler göl kenarında uzun parıltılı saçlarıyla başını iki eli arasına almış, gözlerini göle dikmiş Gülbahar’ı görürler. Gülbahar Ahmet’in geri gelmesini bekler. Rivayete göre göl üzerinde bir atın kapkara gölgesi gelip geçer. Ağrıdağı’nın çobanları ise dört bir yandan gelerek kepeneklerini Bin yıllık sevda toprağının üstüne atıp otururlar. Tanyerleri ışırken kavallarını bellerinden çekip Ağrı dağı’nın öfkesini, sevdasını çalarlar. Ve gün kavuşurken bir akkuş gelir


DİPSİZ GÖL:    KÜP GÖLÜ

Iğdır ve çevresinde Küp  Gölü'nün dibinin olmadığına inanılır.

Zamanın birinde bir çoban bu göle kavalını düşürmüş,. Aylar sonra bu kaval Bulak başı köyündeki sulak alandan  çıkmış,  Bu yüzden bu göle "Dipsiz Göl" denmiştir.

 

ŞAHMERAN EFSANESİ:  Binlerce yıl önce Ağrı dağı eteklerinde yedi katlı yeraltında yaşayan yılanlar vardı. Meran adı verilen bu yılanlar, gerçekten akıllı ve şefkatli idi. Onlar barış içinde yaşarlardı. Meranların kraliçesine Şahmeran denirdi. Şahmaran gözleri kilometrelerce uzağı görebilen, üstün niteliklere sahip genç ve güzel bir kadındı. Efsaneye göre, Şahmeran'ı gören ilk insan Cemşab isimli bir genç idi,Cemşab;  odun toplayıp satarak geçimini sağlayan bir ailenin çocuğuydu. Bir gün Cemşab arkadaşları Ağrı dağının etklerinde odun toplarken,  bal dolu bir mağara keşfederler. Balı çıkarmak için Cemşab'ı aşağıya indiren arkadaşları, paylarına daha çok bal düşmesi için onu orada bırakıp kaçarlar. Cemşab mağarada bir delik görür ve buradan ışık sızdığını fark eder. Cebindeki bıçak ile deliği büyütünce, ömründe görmediği kadar güzel bir bahçeye girer. Bu bahçede eşi benzeri olmayan çiçekler ve bir havuz ile pek çok yılan görür. Havuzun başındaki tahtta süt beyaz vücutlu bir yılan oturmaktadır. Cemşab’ı hemen alırlar kuyunun dibinde bulunan Şahmarana götürürler, Şahmaran Cemşab’la  biraz konuştuktan sonra yılanlara onu öldürmesini emreder fakat Cemşab’ın çok yakışıklı olduğunu hisseden ve yılanlara karşı cesurca direnişini gören Şahmaran Cemşab’ı affeder fakat ebedi olarak kuyuda onunla yaşaması ister,  Şahmeran'ın güvenini kazanan Cemşab uzun yıllar bu bahçede yaşar. Şahmeran ona tıp biliminin bilinmediklerini söyler. Yıllar sonra, ailesini çok özlediğini söyleyip gitmek için yalvarır. Gel zaman git zaman Cemşab kuyuda yaşamaktan sıkılmaya başlar ve Şahmarandan onu serbest bırakmasını ister Şahmaran ise bunu asla kabul etmez çünkü Cemşab’ı serbest bıraktığı anda insanoğlunun burayı bulacağını ve onlara zarar vereceğinin bilincindedir,  gün geçtikçe Cemşab’ın güzelliğinin bozulduğunu ve serbest bırakılması için yalvarışlarını gören Şahmaran artık dayanamayıp deliler gibi aşık olduğu Cemşab’ı serbest bırakmaya karar verir.  ve ondan kuyunun yerini kimseye söylememesini ister.   Cemşab ise bu anlaşmayı kabul eder ve kuyudan ayrılır. 

    Bu arada dönemin padişahı amansız bir hastalığa yakalanmıştır ve onu bu hastalıktan kurtarmanın tek yolu yılanların şahı şahmaranın etinin suyunu kaynatıp içmekten geçermiş, baş Vezir ise padişahın hastalığına en çok sevinenlerden biriymiş, çünkü onunda en büyük arzusu Şahmaran’ı bulmakmış. Şahmaran’ı bulup onun etinin suyunu içerek bilgiye kavuşmak ve böylece saraydaki hakimiyeti eline geçirmekmiş, padişahın baş veziri Cemşab’ın Şahmarandan haberdar olduğunun hissediyormuş, bu yüzden baş vezir Şahmaran’ı bulmak için padişahtan hemen izin istemiş padişah ise amansız hastalıktan kurtulup eski gücüne kavuşmak için hemen baş vezirine yetki vermiş, baş vezir ise Cemşab’ı gidip evinden aldırmış ve haftalarca işkence yaptırarak Şahmara’nın yerini söylemesini istemiş, Cemşab ise konuşmamakta ısrarlı olunca vezir demişki bak Cemşab biz Şahmaranı istemiyoruz padişahımız amansız bir hastalığa yakalanmış bu hastalıktan kurtulmanın tek yolu bir bitkide saklıymış var git ona söyle o bitkinin hangi bitki olduğunu desin bize.  Cemşab’ta buna inanmış ve tutmuş kuyunun yolunu Kuyunun yanına vardığında, vezirin askerleri yakalamışlar Cemşab’ı, Meğer Cemşab takip altındaymış. Cemşab’ı alarak Sarayda bekletmişler. Beklerken ölüp ölüp dirilmiş. Ama son pişmanlık fayda etmezmiş. Şahmaran’ı altın bir tepside getirmişler. Başı gururlu ve dimdikmiş Şahmaran’ın. Cemşab’tan başka kimseye bakmıyormuş. Gözleri sadece ve sadece ona kilitliymiş. Bir süre sessizlik olmuş. Ve sonra Şahmaran dile gelmiş -”Ben sana bu topraklarda Aşk ölümünedir demiştim. Ve zayıf olan ölümü hak eder. Benim zayıflığım sana aşık olmamdır maalesef. Sen bana, ben de yılanlara ihanet etmiş oldum böylece. Başımın suyu zehirlidir. Bilgi kuyruğumdadır. Ceza istiyorsan zehirimi iç.”  demiş Cemşab Bu sözlerden sonra Şahmaran oracıkta kesilmiş. İki ayrı kazan kaynamış. Zehir kazanı ve bilgi kazanı. Vezir Şahmaran’ın sözlerini dinleyerek kuyruk suyunu dikmiş başına. Cemşab ise ölümden başka bir şey düşünmeden zehir dolu tası içmiş. Vezir, hemen yıkılmış, vücudunun her yerinden kanlar fışkırmaya başlamış. Cemşab, içindeki yangının azar azar söndüğünü hissetmiş ve yavaşça çıkmış gitmiş saraydan. O günden beridir, o topraklarda , yoksul halkın arasında bir lokman hekim olarak almış yürümüş Şahmaran

DEV ŞEKLİNDEKİ KAYALAR:  Ağrı dağı çevresinde anlatılan efsaneye  göre   “Zaloğlu Rüstem; devler ve dinazorlar gibi yaratıklarla uzun yıllar mücadele etmiş. Bu mücadelenin en önemlisi Ağrı Dağında olmuş. Sık sık Ağrı dağından inan devler ve dinazora benzer yaratıklar  dağın etrafında yaşayanlara zarar verirmiş. Birgün zal oğlu rüstem bu yaratıklarla  büyük bir mücadeleye tutuşmuş, bu mücadele sonucunda  Devleri ve dinazorları  büyük bir  mağlubiyete uğratarak onları Ağrı Dağı’nın eteğinde Kültepe üzerinde toplanmasını sağlamış, insanlığa çok kötülükleri dokunan bu mahlukların neslinin türememesi için Tanrı’ya el açarak  (Tanrım, biz bir gün ölüp gideceğiz, belki bizim gibi  kuvvetli kimse gelmeyecektir. Bu durumda bunları, Ağrı Dağı’ndan aşağı indirme nolur demiş)” Bu dilek Tanrı tarafından kabul edilir ve mahluklar taşa  dönüşerek Kültepe üzerinde sonsuza dek kalırlar.   Bu gün günümüzde Kültepe üzerinde bulunan bu ilginç kayalar günümüze kadar hala masalsı hikayeleriyle ayakta kalmıştır.

 

AĞRI DAĞININ MESAJI : Gök yüzüne değen yer yüzü olarak adlandırılan Ağrı dağının Kendinizle asla böbürlenmeyin diye birde mesajı vardır.   

Yörede asırlardan beri kulaktan kulağa, nesilden nesile aktarılan mesaj aynen şöyledir.  Sizler benim böyle sessiz ve sakin göründüğüme bakmayın sakın, her ne kadar büyük tufan sonrası Nuh’un gemisine güvenli bir liman olsamda, Nuh’un çocukları tarafından inşa edilen kadim bir şehri bile öfkeyle püskürttüğüm lavlarım altında bırakmışım, tıpkı Adem ile Havva’nın yaşadığı İrem bağları gibi.

 Ayrıca Urartular, Medler, Huriler, Persler, ilhanlılar, Oğuzlar, Moğollar, Timurlar, Sakalar, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Selçuklular gibi nice uygarlıkların doğumunu ve yıkımını buğulu gözlerimle seyrederken, Emir Timur gibi yenilmez bir savaşçının ve Hülagü Han gibi hükümdarın son nefesine şahit olmuşluğum vardır  bu topraklarda.

“Bu yüzden kendinizle asla böbürlenmeyin”  böbürlenmeye yeltenen insanlar ise benim zirvem de milyarlarca yıldızlarla döşeli gökyüzüne baksınlar, onlar benim bile bu evrende sadece bir toz zerresinden ibaret olduğumu göreceklerdir.

-        Bu yüzden onun  dört bir yanında  yaşayan insanlar asırlardan beri  Ağrı’nın mesajını kendilerine birer şiar edindiği söylenir durur. Nesilden nesile, kulaktan kulağa.

-         

NUHUN BEREKETLİ SOFRASI:  Ağrı Dağı'yla ilgili bilinen efsanelerden biriside1404 yılında İspanyol elçisi Claviye'nin, Karakoyunlu Türkmenlerinden duyduğu ve yazıya aktardığı efsanedir. Efsaneye göre; büyük tufan sonrası Gemi Ağrı dağında karaya oturmuş ve sular çekilince,  Gemidekiler dünyaya dağılmadan önce  son erzak kalıntılarını çıkarıp, buğday, arpa, pirinç, nohut, mercimek, üzüm, ceviz,  fıstık, incir, dut kurusu, pekmez ve balı karıştırarak son yemeği (aşure aşı) birlikte yemişler. Nuh Peygamber, yemek sonrası  sofrasını Ağrı dağından Iğdır ovasına doğru  silkeleyip döktüğünden o gün bu gündür  Iğdır Ovası Nuhun bereketli sofrası diye anılmakta Ve dünyada yaşayan tüm canlıların buradan dünyaya yayıldığına inanmaktadırlar.  Ve yörede anlatılan rivayetlere  göre ovadaki şalağ türü bir çok meyve ve sebze tohumunun  Hz nuh tarafından bu topraklara dikildiği inancı yaygındır.

  

MEŞE ORMANI: (Timur'un aşk ormanı)

Ağrı dağının 3 bin metre yüksekliğinde bulunan bu gizemli orman hakkında yörede  bir çok hikaye ve efsaneler anlatılmaktadır. Kimilerine göre bu ormanın Hz. Nuh tarafından gemiye tedbir olarak yüklenen binlerce tohumun bir kısmının gemi içerisinde kalarak kendiliğinden burada yeşerip geminin bulunduğu yerde  bu ormanı oluşturduğu. Kimilerine göre at, koyun köpek gibi  hayvanların burada evcilleştirildiği, Kimilerine görede binlerce yıllık bu tarihi orman yeşil kaldığı müddetçe dünyanın var olacağına inanılır gibi rivayetler mevcuttur.   

Bunlardan en çok bilinen ve anlatılanı ise Timur imparatorluğunun kurucusu Emir Timur’un bu tarihi  ormanın hemen yanı başında bulunan Korhan kalesini fethettikten sonra kaleyi Saka Türklerinden Serra adında bir kadına teslim ettiği ve hayranı olduğu bu kadınla ormanın derinliklerinde günlerce aşk yaşadığı anlatılmaktadır. Bu gizemli Ormana girdiğinizde Serra’nın Timura olan aşkını ve ferahlığını hissedeceksiniz. Efsaneye göre bu ormanda Ağrı dağının derinliklerine giden bir mağaranın olduğuna Timurun hazinesiyle birlikte Serranın bu mağarada hala uyuduğuna inanılmaktadır.

 

Ağrı Dağı’nın Tepesine Kimse Çıkamaz:

Iğdır halkınca çok sevilen Ağrı Dağları, ovanın biricik güzellik kaynağıdır. Bu mağrur Dağın başına kimsenin çıkamayacağına inanırlar. Burada Ak Devin tılsımı vardır derler. Halkta Büyük Ağrı’ya çıkışa dair söylentiler şöyledir:

Ağrı Dağı’nın tepesine çıkmak isteyenler gündüz günlerce yol alırlar, tam zirveye yaklaştıkları sırada yorulurlar. Biraz dinlenmek üzere uykuya dalarlar. Gözlerini açtıklarında kendilerini Ağrı’nın eteklerinde bulurlar

 

Ağrı Dağı’ndaki Develer:

İlk çağın en ehemmiyetli kervan yollarından birisi Ağrı Dağı geçitlerini aşar. O zaman korkunç eşkıya ve soyguncu çetesinden sakınmak üzere ancak Büyük ve Küçük Ağrı arasındaki kervan yolundan geçilirdi. Bir gün arap yarımadasından gelen kırk deve yüklü bir kervan iki Ağrı arasından geçerken fena bir susama hâsıl olur. Bütün kervan, kervancılar neredeyse susuzluktan helak olacaktır. Bu sırada önde su aramaya çıkan kervancı başı hiç su bulamaz, çaresiz kalır.

Ellerini Tanrı’ya kaldırarak:

-Ulu Tanrım: Sen bu iki dağ arasından bir pınar çıkar, develerim, adamlarım ve kendim doya doya içelim, sana bir deve kurban edeceğim der.

Ulu Tanrı kervancı başının dileğini kabul eder. Öyle bir pınar çıkarır ki, billur gibi sular şakırdayarak aşağıya iner. Bütün kervan ehli tadına doyum olmayan bu sudan kana kana içerler.

Kervancı başı suya doyduktan sonra verdiği sözü unutur. ”Ne gereği var. ” Diye kurban kesmez. Biraz sonra Tanrı gazaba gelir. Bir gürültü olur ki, bütün yer gök sallanır. Ağrı Dağı da sallanır. Develer, kervancılar, kervancı başı taş kesilirler oldukları yerde… Büyük ve Küçük Ağrı Dağları arasında  kalırlar. Bu gün aynı yerde birer taş heykel olan aynı kervan ehli görülmektedir.

Oysa pınar halen akmakta, berrak suları şakırdayarak aşağı inmektedir. Derler ki o su bugünkü Süreyya çeşmesidir. Yörede bu çeşmenin suyundan içene veya içine girip yıkananlara sonsuz gençlik bahşedildiği ve hastaların hastalıklardan kurtulduğu inancı yaygındır.




 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol